yandex
Engin Tecrübe (Bu çalışmalar bilimsel araştırma grubu tarafından yürütülmektedir)
Köşe Yazarı
Engin Tecrübe (Bu çalışmalar bilimsel araştırma grubu tarafından yürütülmektedir)
 

KOMÜNİZMİN DİN DÜŞMANLIĞI

KOMÜNİZMİN DİN DÜŞMANLIĞI Kuran'da insanlara, tarih boyunca Allah'ı ve dini inkarı emreden, zalim ve zorba karakterli önderler bulunduğu bildirilir. Allah bir ayetinde bu insanları "ateşe çağıran önderler" olarak tanımlamıştır. (Kasas Suresi, 41) Bu karakter Kuran'da anlatılan Hz. Musa kıssasında "Firavun" adıyla geçer. Hz. İbrahim'in veya Kehf (mağara) ehlinin karşısında da aynı Firavun gibi insanları sırf Allah'a olan imanları nedeniyle öldüren zalim hükümdarlar olmuştur. Bu zorba karaktere tüm tarih boyunca rastlamak mümkündür. Dinsizliğin önderliğini yapan bu insanların hemen hepsi, içinde bulundukları toplumlara karşı aynı zalimlikleri yapmışlar, aynı yöntemlerle onları dinden uzaklaştırmaya çalışmışlar ve insanları dünyada ve ahirette helaka sürüklemişlerdir. Geçtiğimiz yüzyılda tüm dünyaya bela, acı, zulüm, vahşet getiren ideolojilere baktığımızda da, yine başlarında bulunan liderlerin acımasız ve dinden uzak kişilikleri karşımıza çıkar. 20. yüzyılda, Kuran'da söz edilen Firavun karakteri ile özdeşleşen kişilerin başında Rus ve Çin devrimlerinin kanlı liderleri Vladimir Lenin, Joseph Stalin ve Mao Tse-Tung, onların fikir babaları Karl Marx ve Friedrich Engels gibi dinsiz ve zalim liderler gelir. Charles Darwin ise tüm bu zalim liderlerin fikirlerini, ortaya attığı evrim teorisi ile besleyen ve dinsizliğe farklı bir yönden liderlik eden bir isimdir. Komünizmin dine düşman olduğu tartışılmaz bir gerçektir. Marx, Engels, Lenin, Stalin, Trotsky, Mao veya bir başka komünist ideoloğun yazılarına bakıldığında, bunun açıkça ifade edildiği görülebilir. Marx, dini kendince "halkın afyonu" olarak tanımlamış ve sözde "fakir halk kesimlerini uyutmak için yönetici sınıf tarafından oluşturulan bir kültür" diye tarif etmiştir. Dahası, komünizme ulaşmak için de dini inançların yok edilmesi gerektiğini öne sürmüştür. Engels, kitaplarında "insanın maymundan geldiğini" ileri sürerken, dinin de sözde bu evrim sürecinin bir aşamasında ortaya çıktığını iddia etmiştir. Peki komünistler dini yok etmek amacıyla nasıl bir politika izlerler? Bu soruya ilk kapsamlı cevabı Lenin vermiştir. Lenin'in 1909 yılında Rus Sosyal Demokrat Partisi'nin (sonraki Komünist Parti) lideri olarak yazdığı ve Proleterya dergisinde yayınlanan "Proleterya Partisinin Din Konusundaki Tutumu" başlıklı makalede şunlar yazılıdır: Sosyal Demokrasi, dünya görüşünü bilimsel sosyalizm, yani Marxizm temeline dayar. Marx ve Engels'in çeşitli kereler tekrarladıkları gibi Marxizm'in felsefi temeli, Fransa'daki 18. yüzyıl maddeciliğinin ve Almanya'daki Feuerbach (19. yüzyılın ilk yarısı) maddeciliğinin tarihsel geleneklerini benimsemiş olan, tamamen ateist ve dine karşı tavırdaki diyalektik maddeciliktir. Unutmayalım ki, Marx'ın taslak halindeyken okuduğu Engels'in Anti-Dühring'inin tamamı, maddeci ve ateist olan Dühring'i tutarlı bir maddeci olmamak ve din ile din felsefesine açık kapı bırakmakla suçlar. Yine unutmayalım ki, Engels, Ludwig Feuerbach ile ilgili yapıtında, dini ortadan kaldırmak için değil de, yeniden canlandırmak, yeni, "yüceltilmiş" bir din kurmak için savaş açtı diye Feuerbach'a çatar. "Din halkı uyutmak için kullanılan afyondur." Marx'ın bu sözü din konusundaki Marxist görüşün temel taşıdır.104 Lenin, 1905 yılında Novaya Zihn dergisinde yayınlanan "Sosyalizm ve Din" başlıklı yazısında ise dini sözde dağıtılması gereken bir "sis" olarak tanımlamış ve dine karşı komünistlerce yürütülmesi gereken ateizm propagandasını şöyle anlatmıştır: Bizim Programımız tamamen bilimsel, dahası materyalist dünya görüşü temeli üzerindedir... Propagandamız kaçınılmaz olarak ateizm propagandasını, gerekli bilimsel yayımların yapılmasını, otokrat feodal hükümetin bugüne kadar yasakladığı ve kovuşturduğu yazıların Parti çalışmalarımızın bir dalı haline getirilmesini de içermektedir. Bir zamanlar Engels'in Alman sosyalistlerine verdiği öğüdü şimdi bizim izlememiz gerekebilir: Onsekizinci yüzyıl Fransız Aydınlanma dönemi düşünür ve ateistlerinin yazıları çevrilmeli ve geniş ölçüde yayılmalıdır.105 Dikkat edilirse, Lenin, Marxistler'in dine karşı vermeleri gereken savaşın, "bilimsel yayınlar" ve "Onsekizinci yüzyıl Fransız Aydınlanma dönemi düşünür ve ateistlerinin yazıları" gibi kaynaklarla yürütülmesi gerektiğini söylemektedir. Buradaki "bilimsel yayın"dan kasıt, materyalizmi bilim kisvesi altında empoze eden teorilerdir. Bunların başında da kuşkusuz Darwinizm gelir. Söz konusu Aydınlanma düşünürleri ise Diderot, D'Holbach gibi Marx öncesi materyalistlerin din aleyhindeki propaganda yazılarıdır. Lenin'in gösterdiği bu yöntem, komünistler tarafından halen kullanılmaktadır. Dünyadaki bazı yayınevleri, bazı bilimsel dergiler veya medya kuruluşları incelendiğinde de, Darwinist ve Aydınlanma felsefesine bağlı yayınların kaynağının Marxistler olduğu açıkça görülecektir.     Komünizmin Örtülü Din Düşmanlığı   Komünizmin din düşmanlığını değerlendirirken, bazı komünistlerin bu konuda kimi zaman sergiledikleri "ılımlı" politikanın gerçek amacını da anlamak gerekir. Gerçekten de dünyada Marxist akımlar, (iktidarda olmadıkları süre boyunca) çoğunlukla keskin ve saldırgan bir din aleyhtarı politika izlemezler. Hatta bazen komünistlerin ağzından dine ve dindarlara karşı saygılı gibi gözüken sözler duymak mümkündür. Peki acaba bu "ılımlı" üslubun amacı nedir? Lenin'in yazıları arasında bu sorunun cevabını da bulmak mümkündür. "Proleterya Partisinin Din Konusundaki Tutumu" başlıklı makalesinde Lenin, Marx ve Engels gibi ustalarının yorum ve uygulamalarından yola çıkarak, dinle açık bir savaşa girilmemesi gerektiğini, bunun gereksiz bir "siyasi kumar" olduğunu yazmıştır.106 Lenin, dine olan düşmanlıklarını açıkça ilan eden, dine karşı hakaret dolu kampanyalar yürüten diğer bazı materyalistleri ise (örneğin anarşistleri veya "burjuva ateistlerini") acemi ve saf bulmuştur. Bu kişiler tarafından Marxistler'e yöneltilen "ılımlılık ve "bocalama" suçlamalarını reddetmiş ve "Marxizm'in görünüşteki ılımlılığının" özenle düşünülmüş bir taktik olduğunu açıklamıştır.107 Lenin, söz konusu "ılımlı" taktiği 1917'ye kadar, yani komünistler iktidara gelinceye kadar devam ettirdi. Ancak bundan sonra söz konusu ılımlılık ortadan kalktı, aksine tüm Sovyet topraklarında dine ve dindarlara karşı büyük bir baskı başladı. Daha öncesine kadar "ateist olduğumuzu açıkça belirtmemeli ve dine inananları bile saflarımıza almalıyız" diyen Lenin, iktidara geldikten sonra çok daha farklı bir yol izlemeye başladı. Amerikalı tarihçi Robert Conquest The Harvest of Sorrow (Hüzün Hasadı) adlı kitabında Bolşeviklerin din politikasının bazı ana hatlarını şöyle belirler: 1918 anayasasının 65. maddesinde din adamlarının "burjuvazinin hizmetçileri" olduğu ilan edildi. Böylece maaşları kesildi, çocukları ilkokuldan sonra okullara alınmadı. 28 Ocak 1918'de çıkan bir kanunda okullardaki tüm dini eğitim yasaklandı. Daha sonradan 1921 yılının 13 Haziranı'nda 18 yaşın altındaki gençlere dini eğitimin verilmesi yasaklandı. 1929 yılının 8 Nisanı'nda üyelerine yardım dağıtan dini grupların kurduğu yardım fonları, özel ayin toplantıları, çocuklar, kadınlar için yapılan İncil, edebiyat, el becerisi, iş, dini dersler, çocuklar için oyun yerleri düzenleme, kütüphane ve okuma yeri açma, tıbbi yardımı organize etmek de yasaklandı. resmi emirler kilisenin tüm aktivitelerini yok etti. 22 Mayıs 1929 yılında Anayasanın 18. maddesi düzeltildi ve "dini ve anti dini propaganda özgürlüğü", "dini ibadet yapma özgürlüğü ve anti dini propaganda yapma özgürlüğü" olarak değiştirildi. Aynı zamanda da Eğitim Komiserliği de "okullarda anti din propagandası" emrini verdi. Kollektivizasyon ile tüm bölgesel ibadethaneler kapatıldı. Dini hatırlatan şeylerin hepsi yakıldı. 20 Şubat 1930 tarihli Batı Bölgesel Komitesinden kişiye özel bir mektup, sarhoş askerlerin köy kiliselerini nasıl kapattığını, dini sembolleri kırdığını ve köylüleri tehdit ettiğini anlatıyordu. Bu kapama tüm dinlere uygulanıyordu. Bununla beraber, kiliseler kapatıldığında, bunun anlamı dini işlerin dışarıda yapılmasına izin verildiği değildi. Kharkov'da dokuz büyük kilisenin kapatılması aynı zamanda "kiliselerin kapatıldığı şu günlerde özel evlerde dini toplantıların yapılması önlenecek" kararı alındı. Leningrad'daki Kazan Katedrali anti din müzesine dönüştürüldü. Kiev'deki aziz Sophia katedrali ve diğer kiliseler anti dini merkezler oldu. Kharkov'da St. Andrey sinemaya çevrildi, diğer biri radyo istasyonuna, başka biri makine yedek parçası satan dükkana. Poltava'da ise iki kilise makine tamir atölyesine çevrildi. Bunlar bütün dinlere uygulandı. Kiliseler ve sinagoglar, Sovyetler Birliği'nde Avrupa bölümündeki kayıtlarda tutuluyordu. İslam da aynı şekilde baskı altındaydı. Komünist dönem boyunca binlerce cami kapatıldı ve çok sayıda din adamı "kulak" olarak damgalanıp öldürüldü veya Sibirya'daki çalışma kamplarına gönderildi.108 Lenin'in "dine karşı ılımlı olmalıyız" taktiği, Bolşevik Devrimi'nden sonra koyu ve gözü dönmüş bir din düşmanlığına dönüştü. Önceki bölümlerde incelediğimiz gibi, Lenin, milyonlarca insanın hayatına mal olan 1920-21 kıtlığını dahi "insanların Allah'a olan inançlarını zayıflatacak" faydalı bir gelişme olarak görmüştü. Lenin, Allah'a ve dine karşı duyduğu bu isyankar ruh haliyle, acılar içinde kıvranarak ve akli dengesini yitirmiş halde öldü. Allah, insanlara yaşattığı zulmün ve dine olan düşmanlığının karşılığını dünyada verdi. Ahirette de yaptıklarının karşılığını eksiksiz olarak alacak olan bu gibi zalim insanlarla ilgili olarak Kuran'da şöyle bildirilmiştir: Gerçekten Allah'a ve Resûlü'ne karşı başkaldıranlar, kendilerinden öncekilerin alçaltılması gibi alçaltılmışlardır. Oysa Biz apaçık ayetler indirdik. Kafirler için küçültücü bir azap vardır. Allah, hepsini dirilteceği gün, onlara neler yaptıklarını haber verecektir. Allah, onları saymıştır; onlar ise onu unutmuşlardır. Allah, herşeye şahid olandır. (Mücadele Suresi, 5-6)   Lenin'in ardından iktidara oturan Stalin de Lenin kadar dine düşmandı. Bu düşmanlığını, milyonlarca dindar insanı öldürerek, dini kurumları, ibadethaneleri tahrip ederek ve daimi bir ateizm propagandası yürüterek gösterdi. Stalin'in yürüttüğü ateizm propagandasının en önemli unsuru ise evrim teorisiydi. Otobiyografisinde şöyle yazıyordu: "Okullardaki öğrencilerimizin zihnini altı günde yaratılış efsanesinden temizlemek için onlara üç şeyi özellikle öğretmeliyiz: Dünyanın yaşını, jeolojik orijinini ve Darwin'in öğretilerini."109 Stalin, Anarşizm mi Sosyalizm mi? adlı kitabında ise Darwin ile yaratılışçı bir bilim adamı ve fosil biliminin kurucusu olan Cuvier'yi karşılaştırıyor ve şöyle yazıyordu: "Marxizm Darwinizm'e dayanır ve onu hiç eleştirmeden kabul eder. Marxistler Cuvier'nin teorisini şiddetle reddederler."110     Maocuların Din Düşmanlığı   Leninizm'in ve Stalinizm'in Çin'deki temsilcisi olarak sahneye çıkan Mao da yine dine karşı bir düşmanlık beslemiş ve uygulamıştır. Mao'nun din hakkındaki bir ifadesi, bu konudaki fanatizmini açıkça göstermektedir: "... Elbette, din zehirdir. İki büyük zararı vardır: Birincisi ırk anlayışını temelinden çürütür... (ve) ülkenin gelişmesini yavaşlatır. Tibet ve Moğolistan bu şekilde zehirlenmiştir."111 Mao'nun iktidara gelmesiyle birlikte Çin genelinde dine ve dindarlara karşı büyük bir savaş başlatılmıştır. Ama bu da Lenin'in komünistlere gösterdiği yöntemle, yani "örtülü" olarak gerçekleşmiştir. Komünist parti, "kendi kendini yönetme hareketi" denen bir politika uygulamaya koymuştur. Bunun anlamı, bütün dini kurumların "kendini finanse eden, kendini yöneten ve kendini organize eden" bir yapıda olmasıdır. Ama görünüşte "din özgürlüğü" gibi duran bir politika, tamamen dini yok etmek amacına yönelik bir kampanya olmuştur. Ülke içindeki tüm dini kurum ve ibadethaneler (Konfiçyüs veya Buda tapınakları, camiler veya Hıristiyan kiliseleri), devlet tarafından kurulan merkezi organizasyonlara bağlanmıştır. Kısa süre içinde de bu dini kurumlar "Maoizm propaganda merkezi" haline gelmiştir. Harry Wu isimli Çinli bir Hıristiyan, Amerikan Uluslararası Din Özgürlüğü Komisyonu'na 16 Mart 2000 tarihinde verdiği ifadesinde, bunu şöyle anlatmaktadır: Mao Tse-Tung, herhangi bir Çin vatandaşının Komünist Parti dışındaki bir otoriteye bağlanmasına izin vermediği için, Mao yönetiminde hükümet tarafından yönetilen bu merkezi din organizasyonları hiçbir dini faaliyette bulunmamıştır. Mao'nun Çin'i yönettiği 30 yıllık süre boyunca, bu "üç kendi-kendine hareketi" Çin Komünist Partisi ile birlikte dini yok etmek ve Komünist Parti ideolojisini yaymak için çalışmıştır. Maoizm Çin'in yegane yasal dini, Mao'nun Kızıl Kitabı ise yegane kutsal kitabı olmuştur.112 Doğu Türkistan'daki Müslüman Uygur Türkleri veya Tibet'teki Budistler ise kanlı vahşet uygulamalarına hedef olmuşlar, Çin Komünist Partisi bu halkları hem nüfuslarını azaltarak hem de dini inançlarını yok ederek kontrol altına almaya çalışmıştır. Maoizm'in dine düşmanlığı, Mao'nun yolunu izleyen diğer komünist Asya rejimleri tarafından da sürdürülmüştür. Kamboçya'daki Kızıl Khmer rejimi, Kamboçya halkına karşı yürüttüğü soykırımda, ülkenin Müslüman azınlığı olan Çam topluluğuna özellikle zulüm uygulamıştır. Komünizmin Kara Kitabı'nda Kızıl Khmerler'in Çamlar'a karşı uyguladıkları vahşetten şöyle söz edilir: 1973'ten itibaren kurtarılmış bölgelerde camiler tahrip edildi ve ibadet yasaklandı. 1975'ten başlayarak bu önlemler yaygınlaştı. Kuran'lar yakılmak üzere toplandı, camiler ya başka işlerde kullanıldı ya da yıkıldı. Haziran'da 13 dindar Müslüman, bazıları ibadeti mitinge tercih etmiş olmaktan, bazıları ise dini nikah hakkına sahip olduklarını açıklamaktan dolayı idam edildi... Din adamları özellikle hedef alınarak öldürüldü. 1000 kadar hacının yalnızca 30 kadarı sağ kaldı. Öteki Kamboçyalıların aksine Çamlar sık sık ayaklandı; bu ayaklanmalar misilleme olarak birçok katliama neden oldu. Kızıl Khmerler 1978 yılı ortasından itibaren birçok Çam topluluğunun, kadın ve çocuklar da dahil, sistematik biçimde soyunu tüketmeye koyuldu... Ben Kiernan, bunlar için genelde yüzde 50 ölüm oranından söz eder. 113 Maoculuğun din düşmanlığını sergileyen bir başka komünist rejim, Arnavutluk'taki Enver Hoca diktası olmuştur. Arnavutluk, II. Dünya Savaşı'nın ardından bir Sovyet uydusu olarak ortaya çıkmasına rağmen, 1960'lardaki Çin-Sovyet çatışması sırasında Çin'den yana tavır almış ve kısa sürede Kızıl Çin'in ve Maoculuğun Avrupa'daki temsilcisi haline gelmiştir. Enver Hoca, bütün dini ibadethaneleri (camileri ve ülkenin kuzeyindeki katoliklerin kiliselerini) kapatmış, dahası insanların kendi evlerinde bile ibadet yapmalarını yasaklamıştır. Herhangi bir dine inanmak ve bunu ifade etmek suç haline gelmiş, buna karşı gelenler çeşitli baskı ve işkencelere maruz kalmıştır. Enver Hoca tüm bu uygulamalarla dini inançları tamamen ortadan kaldırdığını zannederek "dünyanın gerçek anlamda ateist olan ilk devletini kurduğunu" ilan etmiştir.     KOMÜNİZM VE KURAN'DA BELİRTİLEN DİNSİZ SİSTEMLER   Gerçekte komünist sistemin bu kitap boyunca ele aldığımız bütün olumsuz özelliklerinin temelinde, komünizmin tamamen dine aykırı ve din düşmanı bir ideoloji olması yatmaktadır. Komünizmin vahşetinin de, donukluğunun da sebebi, dine karşı olan gözü dönmüş düşmanlığıdır. Din, insanı yaratmış olan Allah'ın ona indirdiği düşünce ve yaşam biçimidir. İnsan için en uygun olan yaşam da dine göre kurulan bir yaşamdır; çünkü insanın ruhunu en iyi bilen, onu yaratmış olan Allah'tır ve ancak Allah'ın dinine göre kurulmuş olan sistem insan ruhuna huzur verir. Dini reddeden sistemlerin insanlara acı, hüzün, korku ve güvensizlik aşılaması kaçınılmazdır. Hele bir de bu sistemler, dinin öğrettiği her türlü gerçeğe karşı çıkan, onun tam aksini savunan ve bu şekilde hayata geçirilmeye çalışılan sistemler ise, insanlara verdikleri zarar daha da büyük olur. Komünizm, bunun en çarpıcı örneklerinden biri olarak tarihe geçmiştir. Bu konunun son derece ilginç bir başka yönü ise, komünizmin, Allah'ın bize Kuran'da tarif ettiği dinsiz sistemlerle önemli benzerlikler göstermesidir. Kuran'da dinsiz sistemlere örnek olarak anlatılan Firavun düzeni ve diğer bazı sistemler ile çağımızdaki komünist rejimler karşılaştırıldığında, aralarında büyük benzerlikler olduğu dikkat çekmektedir. Bunları sırayla inceleyelim.     Büyük Bina Tutkusu   Dinsiz yöneticilerin ortak özelliği, sahip oldukları makamdan dolayı büyüklük hissine kapılmaları, kibirlenerek diğer insanları küçümsemeleridir. Bunu çeşitli şekillerde ifade ederler. Kuran'da Allah bu yöneticilere örnek olarak Hz. Musa devrinde Mısır'ı yöneten Firavun'u anlatmaktadır. Firavun kibirlenerek hem Allah'a ve elçisi Hz. Musa'ya karşı gelmiş, hem de kendi halkını türlü baskılara uğratmıştır. Firavun'un büyüklük hissinin ilginç bir ifade biçimi ise, "yüksek bir kule" inşa ettirmeye kalkmasıdır. Bu amaçla Firavun tarafından yardımcısı Haman'a verilen emir Kuran'da şöyle bildirilir:   Firavun dedi ki: "Ey önde gelenler, sizin için benden başka ilah olduğunu bilmiyorum. Ey Haman, çamurun üstünde bir ateş yak da, bana yüksekçe bir kule inşa et, belki Musa'nın ilahına çıkarım çünkü gerçekten ben onu yalancılardan (biri) sanıyorum." (Kasas Suresi, 38)   Firavun'un kibirinin bir ifadesi olan "yüksek kule" tutkusu, komünist diktatörlerde de "büyük bina" tutkusu olarak ortaya çıkmıştır. Başta Sovyetler Birliği olmak üzere, tüm komünist rejimlerde abartılı derecede büyük devlet binaları inşa edilmiş, bu binalar komünist rejimin güç ve kalıcılığının bir sembolü olarak görülmüştür. Romen diktatör Nikolay Çavuşesku'nun Bükreş'te yaptırdığı saray, dünyanın en büyük binası ünvanını uzun süre korumuştur. Son derece soğuk ve zevksiz bir görümüne sahip olan saray, sadece "büyüklük" konusunda ön plana çıkabilmiş ve komünist ideolojinin büyüklük kompleksinin bir ifadesi olarak kalmıştır.     Halkın Zorla Sürülmesi   Kuran'da Allah yeryüzünde bozgunculuk çıkaran inkarcı güçleri anlatırken, onların bazı insanları yurtlarından sürüp çıkardıklarını da bildirir. Örneğin inkar edenler, kendilerine gönderilen peygamberlere "... Muhakkak (ya) sizi kendi toprağımızdan süreceğiz veya dinimize geri döneceksiniz..." (İbrahim Suresi, 13) diye tehditte bulunmuşlardır. İnkar edenler bu tehditlerini zayıf buldukları Müslümanlara gerçekleştirmişlerdir. Bir ayette bu haber verilir ve "Onlar, yalnızca; "Rabbimiz Allah'tır" demelerinden dolayı, haksız yere yurtlarından sürgün edilip çıkarıldılar..." (Hac Suresi, 40) buyrulur. Komünist rejimler ise, tarihteki en büyük sürgünleri gerçekleştirmiştir. İlginç olan, bu sürgünlerde özellikle Müslümanları hedef almış olmalarıdır. Stalin döneminde Kırım Türkleri başta olmak üzere pek çok Müslüman halk yurtlarını bir gecede terk ederek, aç ve sefil şekilde Rusya'nın en elverişsiz bölgelerine sürgüne gönderilmiş, yüz binlerce masum yollarda can vermiş, kendilerine gösterilen hedefe varabilenler ise açlık, salgın hastalıklar ve dondurucu soğuk nedeniyle yaşamlarını kaybetmişlerdir.     İnanç Özgürlüğünün Yok Edilmesi   Kuran'da anlatılan Firavun sisteminin temel özelliklerinden biri, sistemin inanç özgürlüğünü ortadan kaldırmasıdır. Toplumun nasıl bir dini inanca sahip olacağı, sistem tarafından belirlenir. Bu yapı, Firavun'un, Hz. Musa'ya inanan büyücülere söylediği "Ben size izin vermeden önce O'na iman ettiniz, öyle mi?" (Araf Suresi, 123) sözünden açıkça belli olmaktadır. Yine Firavun, kavmine karşı hitap ederken, onlara gereken doğruları kendisinin öğrettiğini, bunun dışında bir doğru aramamaları gerektiğini şöyle iddia etmiştir:   "... Ben, size yalnızca gördüğümü (kendi görüşümü) gösteriyorum ve ben sizi doğru yoldan da başkasına yöneltmiyorum." (Mümin Suresi, 29)   Firavun sisteminin söz konusu özelliğinin çağımızdaki temsilcileri komünist rejimler olmuştur. Başta Sovyetler Birliği olmak üzere 20. yüzyıldaki komünist sistemlerin hepsi "totaliter rejim" ünvanına sahiptir, en azından totaliter bir rejim kurmaya çalışmışlardır. Totaliterizm, bir toplumun bütün olarak devlet tarafından şekillendirildiği, devletin baskı ve propaganda yöntemlerini kullanarak tüm bir toplumu fiziki ve zihinsel olarak yönettiği sistemdir. Kuran'da Firavun'la tarif edilen totaliter düzen, 20. yüzyılda Lenin, Stalin, Mao veya Enver Hoca gibi diktatörler tarafından hayata geçirilmiştir. Arnavutluk diktatörü Enver Hoca, ülkesinde insanların herhangi bir dini inanca sahip olmasını yasaklamış, tüm ibadethaneleri kapatmış ve "tarihin ilk ateist devletini kurduğunu" ilan etmiştir.      Liderlerin Putlaştırılması   Allah Kuran'da Firavun sistemini anlatırken, Firavun'un kendisini halkın gözünde ilahlaştırma çabası olduğunu da bize haber verir. Bu gerçek, Firavun'un çevresindekilere söylediği ve Kuran'da aktarılan "Ey önde gelenler, sizin için benden başka ilah olduğunu bilmiyorum" (Kasas Suresi, 38) şeklindeki sözünden açıkça anlaşılmaktadır. Mısır tarihi de bize aynı bilgiyi vermekte, Firavunların kendilerini "yeryüzündeki tanrı" olarak tanımladıklarını göstermektedir. Komünist rejimlerde de sistemi yöneten diktatörlerin aynı psikolojiye girdikleri görülmektedir. Özellikle Lenin, Stalin, Mao, Kim Il Sung (Kuzey Kore) gibi diktatörler, kendilerini toplumun gözünde adeta bir ilah haline getirecek kitlesel bir beyin yıkama programı yürütmüşlerdir. İngilizce'de bu liderlerin politikasını tanımlamak için kullanılan "cult of personality" (kişi kültü) kavramı, söz konusu "lider putlaştırması"nı ifade eder. Bu putlaştırma eğilimi, ilk komünist devrim olan Rus Devrimi'nin lideri Lenin'le başlamıştır. Gerçekte Lenin'in bazı sözlerine ve miras bıraktığı anlayışlara bakıldığında, bir tür "dini" atmosfer göze çarpmaktadır. Ancak bu, putperest bir dindir. Lenin, Komünist Parti'yi bir tür dinsiz tarikat şeklinde örgütlemiştir. O öldüğünde Komünist Parti üyeleri büyük bir tören düzenlemiş ve onun cesedine doğru seslenerek "Yoldaş Lenin, yemin ediyoruz ki emirlerini yerine getireceğiz" şeklinde ayinsel konuşmalar yapmışlardır.114 Lenin'in cesedi, tümüyle eski Mısır dinine uygun bir biçimde mumyalanmış ve yine eski Mısır'daki firavun mezarlarına benzer bir mezara konmuştur ki bu, Firavun sistemi ile komünist sistem arasındaki benzerliğin çok belirgin bir örneğidir. Stalin ve Mao, Lenin'in yolunu izlemişlerdir. Her iki diktatör de dev boyutlarda heykellerini yaptırıp ülkelerinin dört bir yanına yerleştirmiş, bu yolla halka "ilah-lider" portresi çizmeye çalışmıştır. Mao, "Kızıl Kitap" adı verilen bir tür "kutsal kitap" yazmış ve her Çinli bu kitabı okuyup hayata geçirmekle sorumlu tutulmuştur. "Büyük Serdümen" lakabı takılan Mao'nun Çin'in dört bir yanındaki heykelleri hala pek çok Çinli tarafından ziyaret edilmekte, Mao'nun doğum gününde topluca intihar edenler olmaktadır. Kuzey Kore'de iktidara gelen Kim Il Sung da putlaştırılmiş, "halkın güneşi" olarak tanımlanmış ve asla hata yapmayan şaşmaz bir yol gösterici olarak tanıtılmıştır. Aynı durum Kuzey Vietnam'ın komünist diktatörü Ho Chi Minh için de geçerlidir.     Oligarşik Yapı   Oligarşi, "azınlık yönetimi" demektir. Bir sistemde, siyasi güç sadece sınırlı bir grubun elinde ise, o sistem bir oligarşidir. Kuran'a baktığımızda ise, inkarcı sistemlerin temelde oligarşik yapılara sahip olduğunu görürüz. Pek çok ayette "kavmin önde gelenleri"nden söz edilir. Kavmin önde gelenleri ile ilgili ayetler incelendiğinde, söz konusu kesimin tüm siyasi gücü ellerinde tuttuğu ve toplumu kendi fikirleri doğrultusunda yönlendirdiği anlaşılmaktadır. Firavun düzeni de bir oligarşidir. Firavun'la ilgili ayetler incelendiğinde, Firavun'un yanında danışmanlar, büyücüler ve askerlerden oluşan oligarşik bir sınıf olduğu görülür. Büyücüler, halkın Firavun sistemine bağlı kalması için onları fikri yönden kontrol etmiş, askerler ise aynı kontrolü kaba kuvvetle sağlamıştır. Komünist rejimler, Kuran'da sözü edilen inkarcı oligarşik sistemin çağımızdaki karşılığıdır. Komünistler sözde "halk iktidarı" için yola çıkmışlar, oysa iktidarı ele geçirdikleri her ülkede halk üzerinde tahakküme dayalı bir azınlık iktidarı kurmuşlardır. Ülkedeki tüm siyasi güç, "proleterya partisi" yani işçi partisi etiketini taşıyan, oysa işçilerle hiçbir ilgisi bulunmayan Komünist Parti yönetiminin eline geçmiştir. Komünist Parti'nin Merkezi Komite ve Politbüro olarak adlandırılan karar mekanizmaları ve bunların da üzerinde olan Genel Sekreter, ülkedeki tüm siyasi gücün sahibi olmuş ve bunu acımasızca kullanmıştır. Komünist rejimlerdeki tüm sözde "demokratik" mekanizmalar, yani seçimler ve parti kongreleri, sadece göstermeliktir.     "Ekini ve Nesli Helak Etme"   Allah Kuran'da inkarcı yöneticilerin vasıflarını anlatırken, önemli bir konuya dikkat çekmektedir:   O, iş başına geçti mi YERYÜZÜNDE BOZGUNCULUK ÇIKARMAYA, EKİNİ VE NESLİ HELAK ETMEYE ÇABA HARCAR. Allah ise, bozgunculuğu sevmez. Ona: "Allah'tan kork" denildiğinde, büyüklük gururu onu günaha sürükler, kuşatır. Böylesine cehennem yeter; ne kötü bir yataktır o. (Bakara Suresi, 205-206)   Dikkat edilirse ayette geçen "yeryüzünde bozgunculuk çıkarmak" ve "ekini ve nesli helak etmek", Sovyetler Birliği, Kızıl Çin veya Kamboçya gibi komünist rejimlerde uygulanan kollektivizasyon ve katliamları tam olarak tarif etmektedir. Lenin, Stalin, Mao veya Pol Pot, iktidarları altındaki ülkeleri tam bir kargaşa, korku ve terör ortamına sürükleyerek bozgunculuk çıkarmışlar, Lysenko'nun evrimci saçmalıklarını tarıma uygulayarak tarım mahsullerini, yani ekini mahvetmişler, onmilyonlarca insanı öldürerek de neredeyse tüm bir insan neslini kıyımdan geçirmişlerdir. Ayetin devamında bu bozgunculuğu yapan kişilerin çok kibirli ve dinsiz oldukları da belirtilmektedir ki, Lenin, Stalin, Mao veya Pol Pot gibi kendilerini birer ilah sayan diktatörlerin bu tarife kusursuz bir şekilde uyduğu ortadadır.     Sonuç   Komünistler tarihin sürekli bir evrim içinde ilerlediğine, eski toplumların çağımızdaki toplumlardan geri olduğuna inanırlar. Dolayısıyla geçmişteki peygamberleri veya insanlara binlerce yıl önce vahyedilmiş olan kutsal kitapları kendilerince küçümsemeye çalışırlar. Oysaki sahip oldukları ideoloji ve ruh hali, zaten Allah'ın bizlere 14 asır önce Kuran-ı Kerim'de bildirdiği bir aldanış, cehalet ve psikolojik bozukluktur. Her ne kadar kendilerini "tarihin en ileri aşaması" saydıkları komünizmin önderleri gibi görseler de, tarihin derinliklerinde kalmış gibi görünen Mısır Firavun'u ile ortak özelliklere sahiptirler. Çünkü gerçekte tarihte, insan zekası ve yapısı açısından bir "ilerleme" yoktur. Binlerce yıl önceki insanlar da bugünkü insanlarla aynı özelliklere sahiptir. Kültürel ve teknolojik açıdan ise, zaman içinde ilerleme de gerileme de olmuştur. Örneğin Hz. Süleyman dönemindeki teknoloji, Mısır dönemindeki piramitlerin yapım teknikleri gibi pek çok konu halen bilinmemektedir. Bazı medeniyetlerde çok ileri bir kültür ve teknoloji birikimi olduğu onlardan geriye kalan eserlerde açıkça görülmektedir. Ancak hiçbir zaman için sabit bir gelişme yoktur. Kimi zaman ilerleme kimi zaman gerileme olmuştur. Ama başta da belirttiğimiz gibi, insanların yapısı açısından, Allah belirli insan tipleri, belirli düşünce yapıları yaratmıştır ve tarih, bunların arasında yine Allah'ın belirlemiş olduğu kanunlara göre işlemektedir. Kuran'da Allah'ın sünnetinin, yani koyduğu tabi veya toplumsal kanunların asla değişmediği şöyle haber verilir:   "(Bu,) Daha önceden gelip-geçenler hakkında (uygulanan) Allah'ın sünnetidir. Allah'ın sünnetinde kesin olarak bir değişiklik bulamazsın." (Ahzab Suresi, 62)   Yeryüzünde komünist bir ideolojinin var olması da, Allah'ın sünnetiyle olmuştur. Allah dilemiş olduğu için insanlar komünizm gibi vahşi, karanlık ve barbar bir ideolojiye inanabilmiş. Allah dilemiş olduğu için komünizm 20. yüzyılı kana bulayabilmiştir Allah böyle bir şeyi dilemiştir, çünkü 19. yüzyılda Darwinizm sapmasına inanarak dinsizliği tercih edenler, komünizme -ve bir yandan da faşizme- müstahak olmuşlardır. Bir ayette, Allah'ın bu sünneti şöyle açıklanır: İnsanların kendi ellerinin kazandığı dolayısıyla, karada ve denizde fesad ortaya çıktı. Umulur ki, dönerler diye (Allah) onlara yaptıklarının bir kısmını kendilerine taddırmaktadır. (Rum Suresi, 41)   Bu ilahi kanun hakkındaki sosyolojik bir tespiti Nobel ödüllü ünlü Rus yazar Alexander I. Solzhenitsyn yapmıştır. Komünizmi şiddetle eleştiren Solzhenitsyn, 1983'de Londra'da yaptığı bir konuşmada, kendi halkının başına gelen felaketin nedenini şöyle yorumlar: Yarım yüzyıl önce henüz bir çocukken, yaşlıların Rusya'nın başına gelen felaketlerin nedeni için şöyle dediklerini hatırlıyorum: "İnsanlar Allah'ı unuttular, tüm bu felaketlerin nedeni bu." O zamandan beri, 50 yıldır devrimimizin tarihi üzerinde çalıştım, yüzlerce kitap okudum, yüzlerce şahit dinledim, sekiz cilt kitap yazdım. Ama 60 milyon insanı yok eden devrimin ana sebebini formüle etmemi isterseniz şunu tekrarlamaktan başka bir şey yapamam: İnsanlar Allah'ı unuttular; tüm bu felaketlerin nedeni bu.115 Komünizm, insanların Allah'ı unutmalarının sonucunda ortaya çıkmış bir beladır. Dinsiz bir toplumun ne kadar acımasız, vahşi ve barbar olabileceğini, Allah'ı inkar eden Darwinizm, materyalizm gibi felsefelerin nasıl bir sonuç doğurduğunu ispatlayan canlı bir örnektir. İnsanlar komünizmin getirdiği belaları gördükçe, din ahlakı ile dinsiz toplumlar arasındaki büyük farkı görebilmişlerdir. Bu da, insanlığın kurtuluşu açısından tek çözümün din ahlakının yaşanması olduğunun anlaşılmasına vesile olmuştur. Ancak unutulmamalıdır ki, insanlar Allah'ı inkar edip söz konusu felsefelere saplanmaya devam ettikleri sürece, komünizm ve benzeri sapkın ideolojiler de hayat sahası bulacaktır. İnsanlar yukarıdaki ayette ifade edildiği gibi, "kendi ellerinin kazandığı dolayısıyla karada ve denizde fesad ortaya çıkması"nı istemiyorlarsa, öncelikle söz konusu ideolojilerden uzaklaşmalı ve başka insanları da uzaklaştırmalıdırlar. Bunu gerçekleştirebilmek için öncelikle yapılması gereken ise, tüm bu bela getiren ideolojilerin sözde bilimsel bir dayanak olarak kabul ettikleri Darwinizm'in bilimsel çöküşünü ve karanlık yüzünü insanlara tanıtmaktır. 21. yüzyılda akıl, vicdan, feraset ve basiret sahibi insanların en önemli görevlerinden biri, büyük İslam alimi Bediüzzaman'ın dikkat çektiği "maddiyyun ve tabiiyyun taunu" (maddecilik ve tabiatçılık hastalığı) ile fikri bir mücadele yürütmektir.  
Ekleme Tarihi: 15 Kasım 2021 - Pazartesi

KOMÜNİZMİN DİN DÜŞMANLIĞI

KOMÜNİZMİN DİN DÜŞMANLIĞI

Kuran'da insanlara, tarih boyunca Allah'ı ve dini inkarı emreden, zalim ve zorba karakterli önderler bulunduğu bildirilir. Allah bir ayetinde bu insanları "ateşe çağıran önderler" olarak tanımlamıştır. (Kasas Suresi, 41) Bu karakter Kuran'da anlatılan Hz. Musa kıssasında "Firavun" adıyla geçer. Hz. İbrahim'in veya Kehf (mağara) ehlinin karşısında da aynı Firavun gibi insanları sırf Allah'a olan imanları nedeniyle öldüren zalim hükümdarlar olmuştur. Bu zorba karaktere tüm tarih boyunca rastlamak mümkündür. Dinsizliğin önderliğini yapan bu insanların hemen hepsi, içinde bulundukları toplumlara karşı aynı zalimlikleri yapmışlar, aynı yöntemlerle onları dinden uzaklaştırmaya çalışmışlar ve insanları dünyada ve ahirette helaka sürüklemişlerdir.

Geçtiğimiz yüzyılda tüm dünyaya bela, acı, zulüm, vahşet getiren ideolojilere baktığımızda da, yine başlarında bulunan liderlerin acımasız ve dinden uzak kişilikleri karşımıza çıkar. 20. yüzyılda, Kuran'da söz edilen Firavun karakteri ile özdeşleşen kişilerin başında Rus ve Çin devrimlerinin kanlı liderleri Vladimir Lenin, Joseph Stalin ve Mao Tse-Tung, onların fikir babaları Karl Marx ve Friedrich Engels gibi dinsiz ve zalim liderler gelir. Charles Darwin ise tüm bu zalim liderlerin fikirlerini, ortaya attığı evrim teorisi ile besleyen ve dinsizliğe farklı bir yönden liderlik eden bir isimdir.

Komünizmin dine düşman olduğu tartışılmaz bir gerçektir. Marx, Engels, Lenin, Stalin, Trotsky, Mao veya bir başka komünist ideoloğun yazılarına bakıldığında, bunun açıkça ifade edildiği görülebilir. Marx, dini kendince "halkın afyonu" olarak tanımlamış ve sözde "fakir halk kesimlerini uyutmak için yönetici sınıf tarafından oluşturulan bir kültür" diye tarif etmiştir. Dahası, komünizme ulaşmak için de dini inançların yok edilmesi gerektiğini öne sürmüştür. Engels, kitaplarında "insanın maymundan geldiğini" ileri sürerken, dinin de sözde bu evrim sürecinin bir aşamasında ortaya çıktığını iddia etmiştir.

Peki komünistler dini yok etmek amacıyla nasıl bir politika izlerler? Bu soruya ilk kapsamlı cevabı Lenin vermiştir. Lenin'in 1909 yılında Rus Sosyal Demokrat Partisi'nin (sonraki Komünist Parti) lideri olarak yazdığı ve Proleterya dergisinde yayınlanan "Proleterya Partisinin Din Konusundaki Tutumu" başlıklı makalede şunlar yazılıdır:

Sosyal Demokrasi, dünya görüşünü bilimsel sosyalizm, yani Marxizm temeline dayar. Marx ve Engels'in çeşitli kereler tekrarladıkları gibi Marxizm'in felsefi temeli, Fransa'daki 18. yüzyıl maddeciliğinin ve Almanya'daki Feuerbach (19. yüzyılın ilk yarısı) maddeciliğinin tarihsel geleneklerini benimsemiş olan, tamamen ateist ve dine karşı tavırdaki diyalektik maddeciliktir. Unutmayalım ki, Marx'ın taslak halindeyken okuduğu Engels'in Anti-Dühring'inin tamamı, maddeci ve ateist olan Dühring'i tutarlı bir maddeci olmamak ve din ile din felsefesine açık kapı bırakmakla suçlar. Yine unutmayalım ki, Engels, Ludwig Feuerbach ile ilgili yapıtında, dini ortadan kaldırmak için değil de, yeniden canlandırmak, yeni, "yüceltilmiş" bir din kurmak için savaş açtı diye Feuerbach'a çatar. "Din halkı uyutmak için kullanılan afyondur." Marx'ın bu sözü din konusundaki Marxist görüşün temel taşıdır.104

Lenin, 1905 yılında Novaya Zihn dergisinde yayınlanan "Sosyalizm ve Din" başlıklı yazısında ise dini sözde dağıtılması gereken bir "sis" olarak tanımlamış ve dine karşı komünistlerce yürütülmesi gereken ateizm propagandasını şöyle anlatmıştır:

Bizim Programımız tamamen bilimsel, dahası materyalist dünya görüşü temeli üzerindedir... Propagandamız kaçınılmaz olarak ateizm propagandasını, gerekli bilimsel yayımların yapılmasını, otokrat feodal hükümetin bugüne kadar yasakladığı ve kovuşturduğu yazıların Parti çalışmalarımızın bir dalı haline getirilmesini de içermektedir. Bir zamanlar Engels'in Alman sosyalistlerine verdiği öğüdü şimdi bizim izlememiz gerekebilir: Onsekizinci yüzyıl Fransız Aydınlanma dönemi düşünür ve ateistlerinin yazıları çevrilmeli ve geniş ölçüde yayılmalıdır.105

Dikkat edilirse, Lenin, Marxistler'in dine karşı vermeleri gereken savaşın, "bilimsel yayınlar" ve "Onsekizinci yüzyıl Fransız Aydınlanma dönemi düşünür ve ateistlerinin yazıları" gibi kaynaklarla yürütülmesi gerektiğini söylemektedir. Buradaki "bilimsel yayın"dan kasıt, materyalizmi bilim kisvesi altında empoze eden teorilerdir. Bunların başında da kuşkusuz Darwinizm gelir. Söz konusu Aydınlanma düşünürleri ise Diderot, D'Holbach gibi Marx öncesi materyalistlerin din aleyhindeki propaganda yazılarıdır.

Lenin'in gösterdiği bu yöntem, komünistler tarafından halen kullanılmaktadır. Dünyadaki bazı yayınevleri, bazı bilimsel dergiler veya medya kuruluşları incelendiğinde de, Darwinist ve Aydınlanma felsefesine bağlı yayınların kaynağının Marxistler olduğu açıkça görülecektir.

 

 

Komünizmin Örtülü Din Düşmanlığı

 

Komünizmin din düşmanlığını değerlendirirken, bazı komünistlerin bu konuda kimi zaman sergiledikleri "ılımlı" politikanın gerçek amacını da anlamak gerekir. Gerçekten de dünyada Marxist akımlar, (iktidarda olmadıkları süre boyunca) çoğunlukla keskin ve saldırgan bir din aleyhtarı politika izlemezler. Hatta bazen komünistlerin ağzından dine ve dindarlara karşı saygılı gibi gözüken sözler duymak mümkündür. Peki acaba bu "ılımlı" üslubun amacı nedir?

Lenin'in yazıları arasında bu sorunun cevabını da bulmak mümkündür. "Proleterya Partisinin Din Konusundaki Tutumu" başlıklı makalesinde Lenin, Marx ve Engels gibi ustalarının yorum ve uygulamalarından yola çıkarak, dinle açık bir savaşa girilmemesi gerektiğini, bunun gereksiz bir "siyasi kumar" olduğunu yazmıştır.106 Lenin, dine olan düşmanlıklarını açıkça ilan eden, dine karşı hakaret dolu kampanyalar yürüten diğer bazı materyalistleri ise (örneğin anarşistleri veya "burjuva ateistlerini") acemi ve saf bulmuştur. Bu kişiler tarafından Marxistler'e yöneltilen "ılımlılık ve "bocalama" suçlamalarını reddetmiş ve "Marxizm'in görünüşteki ılımlılığının" özenle düşünülmüş bir taktik olduğunu açıklamıştır.107

Lenin, söz konusu "ılımlı" taktiği 1917'ye kadar, yani komünistler iktidara gelinceye kadar devam ettirdi. Ancak bundan sonra söz konusu ılımlılık ortadan kalktı, aksine tüm Sovyet topraklarında dine ve dindarlara karşı büyük bir baskı başladı. Daha öncesine kadar "ateist olduğumuzu açıkça belirtmemeli ve dine inananları bile saflarımıza almalıyız" diyen Lenin, iktidara geldikten sonra çok daha farklı bir yol izlemeye başladı. Amerikalı tarihçi Robert Conquest The Harvest of Sorrow (Hüzün Hasadı) adlı kitabında Bolşeviklerin din politikasının bazı ana hatlarını şöyle belirler:

1918 anayasasının 65. maddesinde din adamlarının "burjuvazinin hizmetçileri" olduğu ilan edildi. Böylece maaşları kesildi, çocukları ilkokuldan sonra okullara alınmadı.

28 Ocak 1918'de çıkan bir kanunda okullardaki tüm dini eğitim yasaklandı. Daha sonradan 1921 yılının 13 Haziranı'nda 18 yaşın altındaki gençlere dini eğitimin verilmesi yasaklandı.

1929 yılının 8 Nisanı'nda üyelerine yardım dağıtan dini grupların kurduğu yardım fonları, özel ayin toplantıları, çocuklar, kadınlar için yapılan İncil, edebiyat, el becerisi, iş, dini dersler, çocuklar için oyun yerleri düzenleme, kütüphane ve okuma yeri açma, tıbbi yardımı organize etmek de yasaklandı. resmi emirler kilisenin tüm aktivitelerini yok etti.

22 Mayıs 1929 yılında Anayasanın 18. maddesi düzeltildi ve "dini ve anti dini propaganda özgürlüğü", "dini ibadet yapma özgürlüğü ve anti dini propaganda yapma özgürlüğü" olarak değiştirildi. Aynı zamanda da Eğitim Komiserliği de "okullarda anti din propagandası" emrini verdi.

Kollektivizasyon ile tüm bölgesel ibadethaneler kapatıldı. Dini hatırlatan şeylerin hepsi yakıldı. 20 Şubat 1930 tarihli Batı Bölgesel Komitesinden kişiye özel bir mektup, sarhoş askerlerin köy kiliselerini nasıl kapattığını, dini sembolleri kırdığını ve köylüleri tehdit ettiğini anlatıyordu. Bu kapama tüm dinlere uygulanıyordu.

Bununla beraber, kiliseler kapatıldığında, bunun anlamı dini işlerin dışarıda yapılmasına izin verildiği değildi. Kharkov'da dokuz büyük kilisenin kapatılması aynı zamanda "kiliselerin kapatıldığı şu günlerde özel evlerde dini toplantıların yapılması önlenecek" kararı alındı.

Leningrad'daki Kazan Katedrali anti din müzesine dönüştürüldü. Kiev'deki aziz Sophia katedrali ve diğer kiliseler anti dini merkezler oldu. Kharkov'da St. Andrey sinemaya çevrildi, diğer biri radyo istasyonuna, başka biri makine yedek parçası satan dükkana. Poltava'da ise iki kilise makine tamir atölyesine çevrildi.

Bunlar bütün dinlere uygulandı. Kiliseler ve sinagoglar, Sovyetler Birliği'nde Avrupa bölümündeki kayıtlarda tutuluyordu. İslam da aynı şekilde baskı altındaydı. Komünist dönem boyunca binlerce cami kapatıldı ve çok sayıda din adamı "kulak" olarak damgalanıp öldürüldü veya Sibirya'daki çalışma kamplarına gönderildi.108

Lenin'in "dine karşı ılımlı olmalıyız" taktiği, Bolşevik Devrimi'nden sonra koyu ve gözü dönmüş bir din düşmanlığına dönüştü. Önceki bölümlerde incelediğimiz gibi, Lenin, milyonlarca insanın hayatına mal olan 1920-21 kıtlığını dahi "insanların Allah'a olan inançlarını zayıflatacak" faydalı bir gelişme olarak görmüştü.

Lenin, Allah'a ve dine karşı duyduğu bu isyankar ruh haliyle, acılar içinde kıvranarak ve akli dengesini yitirmiş halde öldü. Allah, insanlara yaşattığı zulmün ve dine olan düşmanlığının karşılığını dünyada verdi. Ahirette de yaptıklarının karşılığını eksiksiz olarak alacak olan bu gibi zalim insanlarla ilgili olarak Kuran'da şöyle bildirilmiştir:

Gerçekten Allah'a ve Resûlü'ne karşı başkaldıranlar, kendilerinden öncekilerin alçaltılması gibi alçaltılmışlardır. Oysa Biz apaçık ayetler indirdik. Kafirler için küçültücü bir azap vardır. Allah, hepsini dirilteceği gün, onlara neler yaptıklarını haber verecektir. Allah, onları saymıştır; onlar ise onu unutmuşlardır. Allah, herşeye şahid olandır. (Mücadele Suresi, 5-6)

 

Lenin'in ardından iktidara oturan Stalin de Lenin kadar dine düşmandı. Bu düşmanlığını, milyonlarca dindar insanı öldürerek, dini kurumları, ibadethaneleri tahrip ederek ve daimi bir ateizm propagandası yürüterek gösterdi. Stalin'in yürüttüğü ateizm propagandasının en önemli unsuru ise evrim teorisiydi. Otobiyografisinde şöyle yazıyordu: "Okullardaki öğrencilerimizin zihnini altı günde yaratılış efsanesinden temizlemek için onlara üç şeyi özellikle öğretmeliyiz: Dünyanın yaşını, jeolojik orijinini ve Darwin'in öğretilerini."109

Stalin, Anarşizm mi Sosyalizm mi? adlı kitabında ise Darwin ile yaratılışçı bir bilim adamı ve fosil biliminin kurucusu olan Cuvier'yi karşılaştırıyor ve şöyle yazıyordu: "Marxizm Darwinizm'e dayanır ve onu hiç eleştirmeden kabul eder. Marxistler Cuvier'nin teorisini şiddetle reddederler."110

 

 

Maocuların Din Düşmanlığı

 

Leninizm'in ve Stalinizm'in Çin'deki temsilcisi olarak sahneye çıkan Mao da yine dine karşı bir düşmanlık beslemiş ve uygulamıştır. Mao'nun din hakkındaki bir ifadesi, bu konudaki fanatizmini açıkça göstermektedir:

"... Elbette, din zehirdir. İki büyük zararı vardır: Birincisi ırk anlayışını temelinden çürütür... (ve) ülkenin gelişmesini yavaşlatır. Tibet ve Moğolistan bu şekilde zehirlenmiştir."111

Mao'nun iktidara gelmesiyle birlikte Çin genelinde dine ve dindarlara karşı büyük bir savaş başlatılmıştır. Ama bu da Lenin'in komünistlere gösterdiği yöntemle, yani "örtülü" olarak gerçekleşmiştir. Komünist parti, "kendi kendini yönetme hareketi" denen bir politika uygulamaya koymuştur. Bunun anlamı, bütün dini kurumların "kendini finanse eden, kendini yöneten ve kendini organize eden" bir yapıda olmasıdır. Ama görünüşte "din özgürlüğü" gibi duran bir politika, tamamen dini yok etmek amacına yönelik bir kampanya olmuştur. Ülke içindeki tüm dini kurum ve ibadethaneler (Konfiçyüs veya Buda tapınakları, camiler veya Hıristiyan kiliseleri), devlet tarafından kurulan merkezi organizasyonlara bağlanmıştır. Kısa süre içinde de bu dini kurumlar "Maoizm propaganda merkezi" haline gelmiştir. Harry Wu isimli Çinli bir Hıristiyan, Amerikan Uluslararası Din Özgürlüğü Komisyonu'na 16 Mart 2000 tarihinde verdiği ifadesinde, bunu şöyle anlatmaktadır:

Mao Tse-Tung, herhangi bir Çin vatandaşının Komünist Parti dışındaki bir otoriteye bağlanmasına izin vermediği için, Mao yönetiminde hükümet tarafından yönetilen bu merkezi din organizasyonları hiçbir dini faaliyette bulunmamıştır. Mao'nun Çin'i yönettiği 30 yıllık süre boyunca, bu "üç kendi-kendine hareketi" Çin Komünist Partisi ile birlikte dini yok etmek ve Komünist Parti ideolojisini yaymak için çalışmıştır. Maoizm Çin'in yegane yasal dini, Mao'nun Kızıl Kitabı ise yegane kutsal kitabı olmuştur.112

Doğu Türkistan'daki Müslüman Uygur Türkleri veya Tibet'teki Budistler ise kanlı vahşet uygulamalarına hedef olmuşlar, Çin Komünist Partisi bu halkları hem nüfuslarını azaltarak hem de dini inançlarını yok ederek kontrol altına almaya çalışmıştır. Maoizm'in dine düşmanlığı, Mao'nun yolunu izleyen diğer komünist Asya rejimleri tarafından da sürdürülmüştür. Kamboçya'daki Kızıl Khmer rejimi, Kamboçya halkına karşı yürüttüğü soykırımda, ülkenin Müslüman azınlığı olan Çam topluluğuna özellikle zulüm uygulamıştır. Komünizmin Kara Kitabı'nda Kızıl Khmerler'in Çamlar'a karşı uyguladıkları vahşetten şöyle söz edilir:

1973'ten itibaren kurtarılmış bölgelerde camiler tahrip edildi ve ibadet yasaklandı. 1975'ten başlayarak bu önlemler yaygınlaştı. Kuran'lar yakılmak üzere toplandı, camiler ya başka işlerde kullanıldı ya da yıkıldı. Haziran'da 13 dindar Müslüman, bazıları ibadeti mitinge tercih etmiş olmaktan, bazıları ise dini nikah hakkına sahip olduklarını açıklamaktan dolayı idam edildi... Din adamları özellikle hedef alınarak öldürüldü. 1000 kadar hacının yalnızca 30 kadarı sağ kaldı. Öteki Kamboçyalıların aksine Çamlar sık sık ayaklandı; bu ayaklanmalar misilleme olarak birçok katliama neden oldu. Kızıl Khmerler 1978 yılı ortasından itibaren birçok Çam topluluğunun, kadın ve çocuklar da dahil, sistematik biçimde soyunu tüketmeye koyuldu... Ben Kiernan, bunlar için genelde yüzde 50 ölüm oranından söz eder. 113

Maoculuğun din düşmanlığını sergileyen bir başka komünist rejim, Arnavutluk'taki Enver Hoca diktası olmuştur. Arnavutluk, II. Dünya Savaşı'nın ardından bir Sovyet uydusu olarak ortaya çıkmasına rağmen, 1960'lardaki Çin-Sovyet çatışması sırasında Çin'den yana tavır almış ve kısa sürede Kızıl Çin'in ve Maoculuğun Avrupa'daki temsilcisi haline gelmiştir. Enver Hoca, bütün dini ibadethaneleri (camileri ve ülkenin kuzeyindeki katoliklerin kiliselerini) kapatmış, dahası insanların kendi evlerinde bile ibadet yapmalarını yasaklamıştır. Herhangi bir dine inanmak ve bunu ifade etmek suç haline gelmiş, buna karşı gelenler çeşitli baskı ve işkencelere maruz kalmıştır. Enver Hoca tüm bu uygulamalarla dini inançları tamamen ortadan kaldırdığını zannederek "dünyanın gerçek anlamda ateist olan ilk devletini kurduğunu" ilan etmiştir.

 

 

KOMÜNİZM VE KURAN'DA

BELİRTİLEN DİNSİZ SİSTEMLER

 

Gerçekte komünist sistemin bu kitap boyunca ele aldığımız bütün olumsuz özelliklerinin temelinde, komünizmin tamamen dine aykırı ve din düşmanı bir ideoloji olması yatmaktadır. Komünizmin vahşetinin de, donukluğunun da sebebi, dine karşı olan gözü dönmüş düşmanlığıdır.

Din, insanı yaratmış olan Allah'ın ona indirdiği düşünce ve yaşam biçimidir. İnsan için en uygun olan yaşam da dine göre kurulan bir yaşamdır; çünkü insanın ruhunu en iyi bilen, onu yaratmış olan Allah'tır ve ancak Allah'ın dinine göre kurulmuş olan sistem insan ruhuna huzur verir. Dini reddeden sistemlerin insanlara acı, hüzün, korku ve güvensizlik aşılaması kaçınılmazdır. Hele bir de bu sistemler, dinin öğrettiği her türlü gerçeğe karşı çıkan, onun tam aksini savunan ve bu şekilde hayata geçirilmeye çalışılan sistemler ise, insanlara verdikleri zarar daha da büyük olur. Komünizm, bunun en çarpıcı örneklerinden biri olarak tarihe geçmiştir.

Bu konunun son derece ilginç bir başka yönü ise, komünizmin, Allah'ın bize Kuran'da tarif ettiği dinsiz sistemlerle önemli benzerlikler göstermesidir. Kuran'da dinsiz sistemlere örnek olarak anlatılan Firavun düzeni ve diğer bazı sistemler ile çağımızdaki komünist rejimler karşılaştırıldığında, aralarında büyük benzerlikler olduğu dikkat çekmektedir. Bunları sırayla inceleyelim.

 

 

Büyük Bina Tutkusu

 

Dinsiz yöneticilerin ortak özelliği, sahip oldukları makamdan dolayı büyüklük hissine kapılmaları, kibirlenerek diğer insanları küçümsemeleridir. Bunu çeşitli şekillerde ifade ederler.

Kuran'da Allah bu yöneticilere örnek olarak Hz. Musa devrinde Mısır'ı yöneten Firavun'u anlatmaktadır. Firavun kibirlenerek hem Allah'a ve elçisi Hz. Musa'ya karşı gelmiş, hem de kendi halkını türlü baskılara uğratmıştır. Firavun'un büyüklük hissinin ilginç bir ifade biçimi ise, "yüksek bir kule" inşa ettirmeye kalkmasıdır. Bu amaçla Firavun tarafından yardımcısı Haman'a verilen emir Kuran'da şöyle bildirilir:

 

Firavun dedi ki: "Ey önde gelenler, sizin için benden başka ilah olduğunu bilmiyorum. Ey Haman, çamurun üstünde bir ateş yak da, bana yüksekçe bir kule inşa et, belki Musa'nın ilahına çıkarım çünkü gerçekten ben onu yalancılardan (biri) sanıyorum." (Kasas Suresi, 38)

 

Firavun'un kibirinin bir ifadesi olan "yüksek kule" tutkusu, komünist diktatörlerde de "büyük bina" tutkusu olarak ortaya çıkmıştır. Başta Sovyetler Birliği olmak üzere, tüm komünist rejimlerde abartılı derecede büyük devlet binaları inşa edilmiş, bu binalar komünist rejimin güç ve kalıcılığının bir sembolü olarak görülmüştür. Romen diktatör Nikolay Çavuşesku'nun Bükreş'te yaptırdığı saray, dünyanın en büyük binası ünvanını uzun süre korumuştur. Son derece soğuk ve zevksiz bir görümüne sahip olan saray, sadece "büyüklük" konusunda ön plana çıkabilmiş ve komünist ideolojinin büyüklük kompleksinin bir ifadesi olarak kalmıştır.

 

 

Halkın Zorla Sürülmesi

 

Kuran'da Allah yeryüzünde bozgunculuk çıkaran inkarcı güçleri anlatırken, onların bazı insanları yurtlarından sürüp çıkardıklarını da bildirir. Örneğin inkar edenler, kendilerine gönderilen peygamberlere "... Muhakkak (ya) sizi kendi toprağımızdan süreceğiz veya dinimize geri döneceksiniz..." (İbrahim Suresi, 13) diye tehditte bulunmuşlardır. İnkar edenler bu tehditlerini zayıf buldukları Müslümanlara gerçekleştirmişlerdir. Bir ayette bu haber verilir ve "Onlar, yalnızca; "Rabbimiz Allah'tır" demelerinden dolayı, haksız yere yurtlarından sürgün edilip çıkarıldılar..." (Hac Suresi, 40) buyrulur.

Komünist rejimler ise, tarihteki en büyük sürgünleri gerçekleştirmiştir. İlginç olan, bu sürgünlerde özellikle Müslümanları hedef almış olmalarıdır. Stalin döneminde Kırım Türkleri başta olmak üzere pek çok Müslüman halk yurtlarını bir gecede terk ederek, aç ve sefil şekilde Rusya'nın en elverişsiz bölgelerine sürgüne gönderilmiş, yüz binlerce masum yollarda can vermiş, kendilerine gösterilen hedefe varabilenler ise açlık, salgın hastalıklar ve dondurucu soğuk nedeniyle yaşamlarını kaybetmişlerdir.

 

 

İnanç Özgürlüğünün Yok Edilmesi

 

Kuran'da anlatılan Firavun sisteminin temel özelliklerinden biri, sistemin inanç özgürlüğünü ortadan kaldırmasıdır. Toplumun nasıl bir dini inanca sahip olacağı, sistem tarafından belirlenir. Bu yapı, Firavun'un, Hz. Musa'ya inanan büyücülere söylediği "Ben size izin vermeden önce O'na iman ettiniz, öyle mi?" (Araf Suresi, 123) sözünden açıkça belli olmaktadır. Yine Firavun, kavmine karşı hitap ederken, onlara gereken doğruları kendisinin öğrettiğini, bunun dışında bir doğru aramamaları gerektiğini şöyle iddia etmiştir:

 

"... Ben, size yalnızca gördüğümü (kendi görüşümü) gösteriyorum ve ben sizi doğru yoldan da başkasına yöneltmiyorum." (Mümin Suresi, 29)

 

Firavun sisteminin söz konusu özelliğinin çağımızdaki temsilcileri komünist rejimler olmuştur. Başta Sovyetler Birliği olmak üzere 20. yüzyıldaki komünist sistemlerin hepsi "totaliter rejim" ünvanına sahiptir, en azından totaliter bir rejim kurmaya çalışmışlardır. Totaliterizm, bir toplumun bütün olarak devlet tarafından şekillendirildiği, devletin baskı ve propaganda yöntemlerini kullanarak tüm bir toplumu fiziki ve zihinsel olarak yönettiği sistemdir. Kuran'da Firavun'la tarif edilen totaliter düzen, 20. yüzyılda Lenin, Stalin, Mao veya Enver Hoca gibi diktatörler tarafından hayata geçirilmiştir. Arnavutluk diktatörü Enver Hoca, ülkesinde insanların herhangi bir dini inanca sahip olmasını yasaklamış, tüm ibadethaneleri kapatmış ve "tarihin ilk ateist devletini kurduğunu" ilan etmiştir.

 

 

 Liderlerin Putlaştırılması

 

Allah Kuran'da Firavun sistemini anlatırken, Firavun'un kendisini halkın gözünde ilahlaştırma çabası olduğunu da bize haber verir. Bu gerçek, Firavun'un çevresindekilere söylediği ve Kuran'da aktarılan "Ey önde gelenler, sizin için benden başka ilah olduğunu bilmiyorum" (Kasas Suresi, 38) şeklindeki sözünden açıkça anlaşılmaktadır. Mısır tarihi de bize aynı bilgiyi vermekte, Firavunların kendilerini "yeryüzündeki tanrı" olarak tanımladıklarını göstermektedir.

Komünist rejimlerde de sistemi yöneten diktatörlerin aynı psikolojiye girdikleri görülmektedir. Özellikle Lenin, Stalin, Mao, Kim Il Sung (Kuzey Kore) gibi diktatörler, kendilerini toplumun gözünde adeta bir ilah haline getirecek kitlesel bir beyin yıkama programı yürütmüşlerdir. İngilizce'de bu liderlerin politikasını tanımlamak için kullanılan "cult of personality" (kişi kültü) kavramı, söz konusu "lider putlaştırması"nı ifade eder.

Bu putlaştırma eğilimi, ilk komünist devrim olan Rus Devrimi'nin lideri Lenin'le başlamıştır. Gerçekte Lenin'in bazı sözlerine ve miras bıraktığı anlayışlara bakıldığında, bir tür "dini" atmosfer göze çarpmaktadır. Ancak bu, putperest bir dindir. Lenin, Komünist Parti'yi bir tür dinsiz tarikat şeklinde örgütlemiştir. O öldüğünde Komünist Parti üyeleri büyük bir tören düzenlemiş ve onun cesedine doğru seslenerek "Yoldaş Lenin, yemin ediyoruz ki emirlerini yerine getireceğiz" şeklinde ayinsel konuşmalar yapmışlardır.114 Lenin'in cesedi, tümüyle eski Mısır dinine uygun bir biçimde mumyalanmış ve yine eski Mısır'daki firavun mezarlarına benzer bir mezara konmuştur ki bu, Firavun sistemi ile komünist sistem arasındaki benzerliğin çok belirgin bir örneğidir.

Stalin ve Mao, Lenin'in yolunu izlemişlerdir. Her iki diktatör de dev boyutlarda heykellerini yaptırıp ülkelerinin dört bir yanına yerleştirmiş, bu yolla halka "ilah-lider" portresi çizmeye çalışmıştır. Mao, "Kızıl Kitap" adı verilen bir tür "kutsal kitap" yazmış ve her Çinli bu kitabı okuyup hayata geçirmekle sorumlu tutulmuştur. "Büyük Serdümen" lakabı takılan Mao'nun Çin'in dört bir yanındaki heykelleri hala pek çok Çinli tarafından ziyaret edilmekte, Mao'nun doğum gününde topluca intihar edenler olmaktadır.

Kuzey Kore'de iktidara gelen Kim Il Sung da putlaştırılmiş, "halkın güneşi" olarak tanımlanmış ve asla hata yapmayan şaşmaz bir yol gösterici olarak tanıtılmıştır. Aynı durum Kuzey Vietnam'ın komünist diktatörü Ho Chi Minh için de geçerlidir.

 

 

Oligarşik Yapı

 

Oligarşi, "azınlık yönetimi" demektir. Bir sistemde, siyasi güç sadece sınırlı bir grubun elinde ise, o sistem bir oligarşidir. Kuran'a baktığımızda ise, inkarcı sistemlerin temelde oligarşik yapılara sahip olduğunu görürüz. Pek çok ayette "kavmin önde gelenleri"nden söz edilir. Kavmin önde gelenleri ile ilgili ayetler incelendiğinde, söz konusu kesimin tüm siyasi gücü ellerinde tuttuğu ve toplumu kendi fikirleri doğrultusunda yönlendirdiği anlaşılmaktadır. Firavun düzeni de bir oligarşidir. Firavun'la ilgili ayetler incelendiğinde, Firavun'un yanında danışmanlar, büyücüler ve askerlerden oluşan oligarşik bir sınıf olduğu görülür. Büyücüler, halkın Firavun sistemine bağlı kalması için onları fikri yönden kontrol etmiş, askerler ise aynı kontrolü kaba kuvvetle sağlamıştır.

Komünist rejimler, Kuran'da sözü edilen inkarcı oligarşik sistemin çağımızdaki karşılığıdır. Komünistler sözde "halk iktidarı" için yola çıkmışlar, oysa iktidarı ele geçirdikleri her ülkede halk üzerinde tahakküme dayalı bir azınlık iktidarı kurmuşlardır. Ülkedeki tüm siyasi güç, "proleterya partisi" yani işçi partisi etiketini taşıyan, oysa işçilerle hiçbir ilgisi bulunmayan Komünist Parti yönetiminin eline geçmiştir. Komünist Parti'nin Merkezi Komite ve Politbüro olarak adlandırılan karar mekanizmaları ve bunların da üzerinde olan Genel Sekreter, ülkedeki tüm siyasi gücün sahibi olmuş ve bunu acımasızca kullanmıştır. Komünist rejimlerdeki tüm sözde "demokratik" mekanizmalar, yani seçimler ve parti kongreleri, sadece göstermeliktir.

 

 

"Ekini ve Nesli Helak Etme"

 

Allah Kuran'da inkarcı yöneticilerin vasıflarını anlatırken, önemli bir konuya dikkat çekmektedir:

 

O, iş başına geçti mi YERYÜZÜNDE BOZGUNCULUK ÇIKARMAYA, EKİNİ VE NESLİ HELAK ETMEYE ÇABA HARCAR. Allah ise, bozgunculuğu sevmez. Ona: "Allah'tan kork" denildiğinde, büyüklük gururu onu günaha sürükler, kuşatır. Böylesine cehennem yeter; ne kötü bir yataktır o. (Bakara Suresi, 205-206)

 

Dikkat edilirse ayette geçen "yeryüzünde bozgunculuk çıkarmak" ve "ekini ve nesli helak etmek", Sovyetler Birliği, Kızıl Çin veya Kamboçya gibi komünist rejimlerde uygulanan kollektivizasyon ve katliamları tam olarak tarif etmektedir. Lenin, Stalin, Mao veya Pol Pot, iktidarları altındaki ülkeleri tam bir kargaşa, korku ve terör ortamına sürükleyerek bozgunculuk çıkarmışlar, Lysenko'nun evrimci saçmalıklarını tarıma uygulayarak tarım mahsullerini, yani ekini mahvetmişler, onmilyonlarca insanı öldürerek de neredeyse tüm bir insan neslini kıyımdan geçirmişlerdir. Ayetin devamında bu bozgunculuğu yapan kişilerin çok kibirli ve dinsiz oldukları da belirtilmektedir ki, Lenin, Stalin, Mao veya Pol Pot gibi kendilerini birer ilah sayan diktatörlerin bu tarife kusursuz bir şekilde uyduğu ortadadır.

 

 

Sonuç

 

Komünistler tarihin sürekli bir evrim içinde ilerlediğine, eski toplumların çağımızdaki toplumlardan geri olduğuna inanırlar. Dolayısıyla geçmişteki peygamberleri veya insanlara binlerce yıl önce vahyedilmiş olan kutsal kitapları kendilerince küçümsemeye çalışırlar. Oysaki sahip oldukları ideoloji ve ruh hali, zaten Allah'ın bizlere 14 asır önce Kuran-ı Kerim'de bildirdiği bir aldanış, cehalet ve psikolojik bozukluktur. Her ne kadar kendilerini "tarihin en ileri aşaması" saydıkları komünizmin önderleri gibi görseler de, tarihin derinliklerinde kalmış gibi görünen Mısır Firavun'u ile ortak özelliklere sahiptirler.

Çünkü gerçekte tarihte, insan zekası ve yapısı açısından bir "ilerleme" yoktur. Binlerce yıl önceki insanlar da bugünkü insanlarla aynı özelliklere sahiptir. Kültürel ve teknolojik açıdan ise, zaman içinde ilerleme de gerileme de olmuştur. Örneğin Hz. Süleyman dönemindeki teknoloji, Mısır dönemindeki piramitlerin yapım teknikleri gibi pek çok konu halen bilinmemektedir. Bazı medeniyetlerde çok ileri bir kültür ve teknoloji birikimi olduğu onlardan geriye kalan eserlerde açıkça görülmektedir. Ancak hiçbir zaman için sabit bir gelişme yoktur. Kimi zaman ilerleme kimi zaman gerileme olmuştur.

Ama başta da belirttiğimiz gibi, insanların yapısı açısından, Allah belirli insan tipleri, belirli düşünce yapıları yaratmıştır ve tarih, bunların arasında yine Allah'ın belirlemiş olduğu kanunlara göre işlemektedir. Kuran'da Allah'ın sünnetinin, yani koyduğu tabi veya toplumsal kanunların asla değişmediği şöyle haber verilir:

 

"(Bu,) Daha önceden gelip-geçenler hakkında (uygulanan) Allah'ın sünnetidir. Allah'ın sünnetinde kesin olarak bir değişiklik bulamazsın." (Ahzab Suresi, 62)

 

Yeryüzünde komünist bir ideolojinin var olması da, Allah'ın sünnetiyle olmuştur. Allah dilemiş olduğu için insanlar komünizm gibi vahşi, karanlık ve barbar bir ideolojiye inanabilmiş. Allah dilemiş olduğu için komünizm 20. yüzyılı kana bulayabilmiştir Allah böyle bir şeyi dilemiştir, çünkü 19. yüzyılda Darwinizm sapmasına inanarak dinsizliği tercih edenler, komünizme -ve bir yandan da faşizme- müstahak olmuşlardır. Bir ayette, Allah'ın bu sünneti şöyle açıklanır:

İnsanların kendi ellerinin kazandığı dolayısıyla, karada ve denizde fesad ortaya çıktı. Umulur ki, dönerler diye (Allah) onlara yaptıklarının bir kısmını kendilerine taddırmaktadır. (Rum Suresi, 41)

 

Bu ilahi kanun hakkındaki sosyolojik bir tespiti Nobel ödüllü ünlü Rus yazar Alexander I. Solzhenitsyn yapmıştır. Komünizmi şiddetle eleştiren Solzhenitsyn, 1983'de Londra'da yaptığı bir konuşmada, kendi halkının başına gelen felaketin nedenini şöyle yorumlar:

Yarım yüzyıl önce henüz bir çocukken, yaşlıların Rusya'nın başına gelen felaketlerin nedeni için şöyle dediklerini hatırlıyorum: "İnsanlar Allah'ı unuttular, tüm bu felaketlerin nedeni bu." O zamandan beri, 50 yıldır devrimimizin tarihi üzerinde çalıştım, yüzlerce kitap okudum, yüzlerce şahit dinledim, sekiz cilt kitap yazdım. Ama 60 milyon insanı yok eden devrimin ana sebebini formüle etmemi isterseniz şunu tekrarlamaktan başka bir şey yapamam: İnsanlar Allah'ı unuttular; tüm bu felaketlerin nedeni bu.115

Komünizm, insanların Allah'ı unutmalarının sonucunda ortaya çıkmış bir beladır. Dinsiz bir toplumun ne kadar acımasız, vahşi ve barbar olabileceğini, Allah'ı inkar eden Darwinizm, materyalizm gibi felsefelerin nasıl bir sonuç doğurduğunu ispatlayan canlı bir örnektir. İnsanlar komünizmin getirdiği belaları gördükçe, din ahlakı ile dinsiz toplumlar arasındaki büyük farkı görebilmişlerdir. Bu da, insanlığın kurtuluşu açısından tek çözümün din ahlakının yaşanması olduğunun anlaşılmasına vesile olmuştur.

Ancak unutulmamalıdır ki, insanlar Allah'ı inkar edip söz konusu felsefelere saplanmaya devam ettikleri sürece, komünizm ve benzeri sapkın ideolojiler de hayat sahası bulacaktır. İnsanlar yukarıdaki ayette ifade edildiği gibi, "kendi ellerinin kazandığı dolayısıyla karada ve denizde fesad ortaya çıkması"nı istemiyorlarsa, öncelikle söz konusu ideolojilerden uzaklaşmalı ve başka insanları da uzaklaştırmalıdırlar. Bunu gerçekleştirebilmek için öncelikle yapılması gereken ise, tüm bu bela getiren ideolojilerin sözde bilimsel bir dayanak olarak kabul ettikleri Darwinizm'in bilimsel çöküşünü ve karanlık yüzünü insanlara tanıtmaktır.

21. yüzyılda akıl, vicdan, feraset ve basiret sahibi insanların en önemli görevlerinden biri, büyük İslam alimi Bediüzzaman'ın dikkat çektiği "maddiyyun ve tabiiyyun taunu" (maddecilik ve tabiatçılık hastalığı) ile fikri bir mücadele yürütmektir.

 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve bolbolhaber.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.