TERÖRÜN PERDE ARKASI
Terör kelimesinin günlük lisanda kullanılan terör kavramından daha geniş bir kapsamı vardır. Güncel dildeki terör kavramı, genellikle radikal ideolojik gruplar tarafından yürütülen silahlı mücadeleyi ifade etmektedir. Oysa terör, en geniş anlamda, yoğun ve sistematik bir korkuyu ve bu korkuya neden olabilecek her türlü şiddet eylemini içerir. Bu nedenle, radikal ideolojik gruplar tarafından terör uygulanabildiği gibi, bir istihbarat servisi ya da bir dikta rejimi tarafından da terör uygulanabilir. Ancak her durumda terörün kendisine yöneldiği hedef, dolaylı ya da doğrudan halkın kendisi olmaktadır.
Bir terör örgütü, halkı kendi yanına çekebilmek için terör uygular: Elde edeceği korkunun kendisine güç vereceğini, bu güç sayesinde de halkı, ya da çoğu kez halkın bir bölümünü kendisine destekçi kılabileceğini hesaplar. Gerilla savaşının temelini oluşturan "kurtarılmış bölge" kavramı da budur: Örgütün uyguladığı terörden dolayı dehşete kapılan insanlar, güvenliği yine örgüte sığınmakta bulurlar. Bu zoraki taraftarlar, merkezi otoriteden bağımsızlaştırılmış, yani sözde "kurtarılmış" toprak parçaları oluştururlar. Hedef "kurtarılmış bölge"lerin giderek yayılması ve sonuçta tüm ülkenin ele geçirilmesidir. Çin Devrimi'nin kanlı lideri Mao Tse-Tung tarafından geliştirilen ve uygulanan bu gerilla savaşı teorisi, Mao'nun ardından dünyanın çeşitli bölgelerindeki terör örgütleri tarafından da kullanılmıştır. Aynı yöntemin kırsal alanda değil de, şehirde yürütülen versiyonu ise, Bolşevik Devrimi'nin lideri Vladimir I. Lenin'in çizdiği yolu izler.
Bu sözünü ettiğimiz terör türü, "terör" dendiğinde ilk anlaşılan şeydir ve genellikle "sol terör" olarak tanımlanır. Ancak bir de Üçüncü Dünya ülkelerinde rastlanan ve dikta rejimleri tarafından uygulanan terör vardır. Aslında buradaki mantık, sol terördeki mantığın bir "makro" uygulamasından başka bir şey değildir. İktidarın sahibi olan kadro ya da diktatör, baskıcıdır; iktidarını sadece kendi şahsi çıkarına kullanmaktadır. Ve bu yüzden çeşitli toplumsal muhalefetlerle karşı karşıyadır. Hatta muhalefetlerin belki bir kısmı da üstte değindiğimiz türden bir radikal ideolojik terörü kendisine yöntem olarak benimsemiştir. Bu durumda, söz konusu dikta rejimi, muhalefetten daha güçlü olduğunu kanıtlamak için yine aynı formülü kullanır: Terör uygular ki, halk kendisinden korksun. Ve bu korku ona güç sağlasın.
"Üçüncü Dünya" olarak tanımlanan coğrafyadaki devletlerin önemli bir bölümü bu tarif ettiğimiz "terörist devlet" tanımına uyarlar. Belki her yıl "terörist devletler" listeleri yayınlayan büyük devletlerle işbirliği içindedirler ve bu yüzden adları bu listelerde geçmez. Ama belki de o listelerin tepesine konan devletlerden çok daha teröristtirler.
Bunların yanısıra kimi zaman "büyük" devletlerin de teröre başvurdukları olur. Bunu kuşkusuz Üçüncü Dünya'nın otoriter rejimleri gibi açık açık yapmazlar. Bunun yerine "istihbarat servisleri"ni kullanırlar.
İstihbarat servisleri tarafından uygulanan terörün iki farklı stratejik amacı olur genellikle: Birincisi, tehlikeli muhaliflerin ortadan kaldırılması ya da susturulmasıdır. İkincisi ise, toplum üzerinde etki yaratacağı kestirilen hedeflere yapılacak saldırılarla, toplumu istenen biçimde yönlendirmektir. Yani provokasyon. Provokasyonlarda kimi zaman önemli bir toplumsal figür öldürülür, kimi zaman da rastgele toplu cinayetler işlenir, örneğin kalabalık bir merkez bombalanır ya da topluluk üzerine rastgele ateş açılır. Burada amaç, ölenleri öldürmüş olmak değildir; ölenleri kullanarak toplumun düşüncesini değiştirmektir. Çoğu provokasyon, "sakıncalı" görülen bir adresin üzerine suç atmak için yapılır.
Kısacası, terör, hem küçük terör örgütleri, hem de büyük istihbarat servisleri tarafından etkili bir yöntem olarak dünyanın dört bir köşesinde uygulanmaktadır. Amaçlar farklıdır, ama izlenen yöntem ortaktır.
Dikkat edilmesi gereken ikinci bir nokta da; terörün gerçek kaynağının devlet bazında oluşudur. Evet dünyanın dört bir yanında "terör örgütleri" vardır, ama bu örgütlerin uyguladığı terörün arkasında devletler vardır. Bir ülkede etkili bir biçimde terör uygulayan bir örgüt, mutlaka başka devlet ya da devletler tarafından destekleniyordur. Modern çağın yegane siyasi birimi devlet olduğuna göre, terör örgütlerini devletlerden bağımsız ve kendi başlarına ayakta duran odaklar olarak düşünmek doğru olmaz. Terör örgütleri, belki kendi içlerinde belirli bir ideolojiye hizmet ettiklerini düşünüyor olabilirler, ama gerçekte devletler arası güç mücadelelerinin birer aracısıdırlar.
Ancak bu noktada terörün çok ilginç bir özelliği dikkat çeker. Terörü bir yöntem olarak benimseyenler, kimi zaman giderek birbirleri ile pragmatik bir ittifak içine girmektedirler. Çünkü terör, ilk başta bir "ideal" için başlatılmış olsa da, giderek bir mesleğe, hatta kimi zaman oldukça karlı bir mesleğe dönüşebilmektedir. Terörü uygulayanlar, ellerindeki silahın kendilerine sağladığı birtakım "rant"ları elde etmektedirler. Bu noktada, artık idealler kaybolur. Terörün varlığının korunması bizzat bir amaç haline gelir. Terörün varlığının korunması için de, bir karşı-terörün varlığının korunması şarttır.
İşte tüm bu nedenlerden dolayı, terörizmin dünyası son derece karmaşık ve muğlaktır. Hiç umulmadık ilişkiler hiç umulmadık gruplar arasında yaşanabilir. İstihbarat örgütleri ile terörist gruplar arasında, ya da zıt görünen terörist grupların kendi aralarında beklenmedik bağlantılar kurulabilir. Aşağıda vereceğimiz örnekler perde arkasında yaşanan bu umulmadık ve beklenmedik bağlantılardan bazılarını gözler önüne sermektedir. Eğer bir insan, dünyadaki sosyo-politik sistemin tam da göründüğü gibi olduğuna ve hiçbir "gizli yanı" bulunmadığına sıkı sıkıya inanıyorsa, burada anlatılanları yadırgaması doğaldır. Çünkü ortaya konan bağlantılar, bir hayli "beklenmedik" de olsalar, son derece somuttur.
Kontralar, Uyuşturucu Baronları ve Silah Ticareti: Mossad'ın Arka Bahçesi Latin Amerika
İsrail on yıllardır Nikaragua'daki kontralardan tutun da, Kolombiya'daki askeri ve polis güçlerinden, Medellin kartelindeki kokain baronlarına kadar, Latin Amerika'daki diktatörleri, devlet terörü yapanları eğitmekte, yönlendirmekte ve silahlandırmaktadır. İsrail'in yönlendirdiği uyuşturucu ticaretinin en önemli parçalarından biri de Panama'dadır.
Panama'ya uyuşturucu kaçakçılığı, Mossad gözetiminde ve İsrail uçaklarıyla yapılmaktadır.(1)
Mossad'ın Guatemala, Honduras, El Salvador ve Kolombiya'da askeri ve polis güçlerini eğittiği bilinmektedir. 1989 Ağustosunda dünya kamuoyuna dağıtılan bir video kasette Albay Yair Klein ve başka İsraillilerin kokain baronu Medellin'in suikast birliği olarak bilinen Kolombiya Ordusunu eğittiği ortaya çıkar.
İsrail 4 yıl boyunca Latin Amerika'nın diktayla yönetilen ülkelerin sağ kanatlarına askeri teçhizat yardımı yapan destekçilerin başıdır. Ülkenin silah ihracatının önemli bir kısmı Latin Amerika'ya yapılmıştır.(2) İsrail Latin Amerika'da iş ortakları edinmekle kalmamış gerçek hayranlar kazanmıştır. Bunlar, Şili'de General Pinochet, Guatemala'da General Romeo Lucas Garcias, El Salvador'da Roberto D'Aubuisson, Paraguay'da General Alfredo Stroessnar ve Nikaragua'da Somozo Debayle'dir. Örneğin Nikaragua diktatörü Somoza halkın desteğini kaybettikten sonra bile Mossad ajanlarının sağladıkları silahlarla halka karşı kanlı diktatörlüğünü sürdürmeye devam etmiştir.(3)
Öte yandan İsrail, istihbarat ve gizli polis konusunda Pinochet rejimine özellikle yardımcı olmuştur. Şili'li liderler İsrail'e ve İsrail-Şili ilişkisine pozitif duygular beslemişlerdir.
Guatemala'da İsrailli askeri danışmanlar görev yapmaktadır. Korkunç katliamlardan sorumlu olan rejim, başarısını çok sayıda İsrail danışmanın sağladığı güce borçludur. Guatemala'nın önceki kanlı Lucas Garcias rejimi İsrail'e model olarak duyduğu hayranlığı açıkça dile getirmiştir.(4)
İsrail'in önemli müşterileri arasında Napoleon Duarte tarafından yönetilen El Salvador iktidar cuntası vardır ki, bu cuntanın silahlı kuvvetleri ayda ortalama 2.000 insan öldürmüşlerdir. Cuntanın askeri malzemelerinin % 81'i İsrail'den gelmektedir.(5)
Paraguay'ın yakın dostları Güney Amerika ve Şilili General Augusto Pinochet'dir. İsrail'in Paraguay Başkanı Stroessner ile olan ilişkisinden İsrail basınında "mükemmel" olarak bahsedilmiştir. Diktatör El Excelentisimo sadece İsrail yapımı silahlar kullanmaktadır ve İsrail silahlarının iyi bir müşterisidir.(6)
Bir Knesset üyesi olan Matityahu Peled şöyle demiştir: "Orta Amerika'da İsrail, ABD için pis işlere arabuluculuk yapıyor. ABD'nin suç ortağıdır ve ABD'nin uzantısı gibi davranır. İsrail, Guatemala'daki askeri rejimi desteklemekle, ABD'nin hiçbir zaman yapamayacağı bir işi yaparak, ABD'ye çok mühim bir hizmet vermektedir."(7)
Narko-Terörizm ve İsrail
İsrail kendini her zaman terörizme karşı en etkin güç olarak gösterir. Ama bu görüntünün tam tersine, İsrail hükümetinin üst düzey yöneticileri Kolombiya uyuşturucu baronlarının servisine özel narko-terörist askerler tahsis etmişlerdir. Albay Yair Klein tarafından yönetilen ve bu tip hizmetler veren gruplardan birinin adı Hod-Hahanit'tir.
Bazı İsrailli çevrelerin (özellikle Mossad'ın özel işlerde kullandığı eski casus ve askerlerin) uyuşturucu ve para operasyonlarıyla olan ilişkileri, Kolombiya olaylarının patlamasından öncelere dayanmaktadır.
İsrail'deki bazı dinci partiler, İsrail Mafyası'ndan para tahsil ederler. Bu paraları aklamak için Amerikan bankalarında hesap açtırmışlardır. Daha sonra bu fonlar bankadan bankaya geçirilerek —özellikle Karayipler ve İsviçre bankaları— İsrail'deki hesaplara aktarılır. Bu geri dönüş operasyonu, İsrailli şirketlerin bu transit ülkelerde yer almasıyla kolaylaştırılmıştır. Bu para aklayıcılarının en önemlilerinden biri Bissah Ben Or'dur. Ben Or, kontralara silah satan birisidir ve adı Irangate'e karışmıştır. Ben Or, kendine asistan ve Kolombiya'da sahibi olduğu şirketlere temsilci olarak başka bir Yahudiyi seçer: Mike Harari. Harari Orta Amerika'daki olağandışı olaylarda tanınan bir kişidir. Pek çok kaynak onu Mossad ajanı olarak tanımlamaktadır.
Burada görevini örtbas etmek için İsrailli sigorta şirketi "Harrier" de önemli bir göreve sahipti. İsrail'e yolladığı kapitaller sonrası büyük komisyonlar alırdı. Bu paralar Bissah Ben Or'un hesabında son buluyordu. Ayrıca Noriega'nın da arkadaşıydı. Ve onun sayesinde İsrail'in Panama Büyükelçisi ünvanını alır. Zaten Noriega'nın 84'deki İsrail gezisini de Mike Harari ayarlar. Ödüllendirmek için ileride Reagan'ın "kapı köpeği" olacak Noriega, Harari'yi Özel Danışmanı atar. Sonuç olarak Mike Harari Panamalı mafya başkanının yakın korumalığını organize eder. Bunun içinde bu bölgede güvenlik için bulunan pek çok İsrail özel servisinden yardım ister.
Yediot Aharonot Gazetesi 1989 Nisanından itibaren İsrail askerlerinin Medellin Kokain Karteli'nin hizmetinde olduğunu doğrulamıştı. Ama Şamir Hükümeti bu kişilerin çalışmalarını engellemek için hiçbir girişimde bulunmadı.
1988 yılı Ağustos başında Amerikan televizyonu NBC, İsrailli askerlerin Medellin Karteli'nin baronlarını eğittiğini ve silahlandırdığını duyurdu Bu kartel, üretilen kokainin ABD'ye gidişini kontrol ediyordu.
Puerto Boyacio'da ACDEGAM isimli bir "Köylü ve Çiftçi Birliği" kurulmasını bizzat Medellin Karteli teşvik etmişti. Bu grup Escobar ve Jose Gonzalo Rodriguez tarafından finanse edilen gerçek bir özel ordu idi ve Kolombiya ordusuyla çok yakın ilişki içindeydi. Zaten bu orduda Kartel'in içine kadar işlemişti. Ayrıca B2 gibi gizli servislerle de bağlantılı olduğu biliniyordu. Bu ordunun görevi silah zoruyla halka özellikle coca üreticilerine boyun eğdirmek olarak belirlenmişti. ACDEGAM'ın askerleri yani "Sicarios"lar çok iyi silahlandırılmış komandolardı. Bunlar Kolombiya'daki katliamların çoğundan sorumluydular. Devlet içinde devlet olan vurucu timi oluşturdular. Medellin tarafından kurulan bir partiyi de oluşturan yine bunlardı, bu partinin adı Morena (Mouvement de Renovation Nationale)dır.
Gonzalo Rodriguez Gocha'nın milisleri Orta Amerika ve Kolombiya'da yerleşmiş pek çok İsrailli grup gibi aynı tip ihtiyaçları karşılıyorlardı. Bu görevlerin sosyal amacı "Private Security Training Firm"de tüm açıklığıyla dünyaya tanıtılıyordu.
Bu şirketlerden bir tanesinin yöneticisi kolonel Albay Yair Klein'dı. 1987'de Kolombiya hükümeti onu Hod Hahanit'in sosyal servisine göreve çağırmıştı. Ama olay sonuçlanmadan Yair Klein başka bir İsrailli albayla karşılaşır. Mario Shashani... Bu kişi Adnan Kaşıkçı'ya, Gaith Pharan'a ve Akram Ojjeh'e çok yakındı. Shashani Latin ve Orta Amerika'da operasyon yapmak isteyenlerin mutlaka uğraması gereken bir duraktı. Onunla ortak çalışan kişiler ise Bissah Ben Or, Mika Harari, General Ze'evi ve Amiram Nir idi.
Shashani vatandaşı Albay Klein'i, Kolombiya hükümetinin servisinde kalmaktansa, ACDEGAM'ı yönetmek için ikna etti.
Antrenman kampı Puerto Boyacio yakınlarında Fantaisie Adaları'nda yapıldı. 9 haftalık çalışma 3 bölümden oluşuyordu. Yair Klein ABD'deki nakit 800.000 dolar alıyordu. Bu çıkarma Kolombiya ordusundan Albay Luis Boharquez tarafından desteklenmişti. Eğitmenler arasında İsrailliler, Almanlar, İngilizler ve Güney Afrikalılar mevcuttu.
Medellin Karteli'nin milislerini silahlandırmak için İsrailliler aracı oldular. Bu yönde Miami çift taraflı bir pompa görevini görüyordu. Orta ve Güney Amerika'ya giden silahlar buradan yola çıkıyordu. Narko-dolarlar da en son buraya ulaşmaktaydı. 1989 Temmuzunda Miami gümrükçüleri Medellin'e giden üç silah konvoyunu durdurmuşlardı.
Bush hükümetinin Medellin Karteli'ne savaş açmaları üzerine kamuoyuna yansıyan Fantaisie Adası olayı üzerine İsrail basını hükümetine hesap sordu. Şamir, İsraillilerin bu tip şaibeli olaylara katıldığına dair haberler duymanın üzücü olduğunu söyledi, ama İsrail hükümetinin dünyanın dört bir yanındaki olaylardan sorumlu tutulamayacağını da ekledi. Ayrıca Jerusalem Post'un yazdığına göre hükümetin güvenlik bölümlerinin ve istihbarat servislerinin habersiz olduğunu da iddia etti.
Ama Yediot Aharonot'un Kolombiya'ya yolladığı özel temsilci (27 Ağustos 1989) Kolombiya gizli servislerinin 1989 Nisan'ında İsrail hükümetine bir rapor gönderdiğini yazdı. Bu raporda İsrail askeri gruplarının uyuşturucu baronlarının servisinde çalıştığı konusunda hükümeti uyarıyordu. Aharonot, Şamir hükümetinin bu hareketi durdurmak için hiçbir çalışma yapmadığını da eklemişti.
8 Eylül 1989'da İsrail Radyosu Yair Klein'ı "izinsiz know-how ihracatı" yapmakla suçlar. Klein eğer suçlanırsa ülkesinin çok üst düzey sorumluları hakkında başlarına iş açacak açıklamalar yapmaktan çekinmeyeceğini söyledi. Yediot Aharonot ve Hadashot gazeteleri Klein'ın söyleyeceği şeylerin gerçek anlamıyla bir bomba olduğunu iddia ediyorlardı.
Londra'lı kaynaklara göre İsrail bağlantısının içindeki önemli kişilerden biri Şamir'in partisi Likud'un Knesset'teki milletvekili, eski askeri güvenlik sorumlusu Yehovshova Saguy'du. Saguy'un Kolombiya'da silah satışında uzmanlaşmış bir şirketi vardı.
Kazanç ilk önce politik açıdan gerçekleşiyordu. 70'lerin başından beri İsrail'in Orta ve Latin Amerika'daki birçok orduya, teknik ve güvenlik açısından, gerillalara karşı savaşta yardım ettiği biliniyordu. Silah yardımları düzenli olarak yapılıyordu. Bunların büyük bölümü 1982'de Beyrut'ta Filistinlilerden alınan silahlardı. 26 Ağustos 1989'da ki Hadasnot'a göre Kolombiya'daki 20 İsrailli şirketten sadece 6 tanesinin yönetim yetkisi vardı.
Tüm bu olaylar İsrail hükümetinin ticari ününü etkilememişti. "Medellin Milisleri" olayı patladığı sırada, Israel Aircraft Industries Kolombiya'ya 13 avcı uçağı (Kfir) satmıştı. Kontrat 6 Ekim 1988'de İsrail'de Kolombiya Savunma Bakanı General Rafael Molina tarafından imzalanmıştı. 5 gün sonra da Şili'ye 12 Kfir satıldı. Bu satışlara İsrail'in aşırı sağ partisi Moedet'in lideri Rhovam Ze'evi aracılık etmişti.
Sonsöz: Terörün Felsefesi
Yukarıda birkaç örneğini gördüğümüz bu terör olayları, terörün mevcut dünya düzeni içinde hem çeşitli örgütler hem de bu örgütleri perde arkasında destekleyen ülkeler tarafından meşru bir yöntem olarak görüldüğünü ve uygulandığını göstermektedir. Terörü uygulayanlar, çoğu kez masum insanları hedef aldıklarına hiç aldırış etmeden, en ufak bir vicdani rahatsızlık duymadan kan dökmektedirler. Dahası, uyguladıkları vahşeti son derece doğal ve gerekli saymaktadırlar.
İşin dikkat çekici bir diğer yanı ise, "terörün felsefesi" diyebileceğimiz söz konusu bakış açısının dünya tarihinde en çok geçtiğimiz 20. yüzyılda etkili olmuş olmasıdır. 20. yüzyıl, hem dünyanın dört bir yanını saran savaşlar, hem de sayısız terör örgütü ve eylemiyle, insanlık tarihinin en kanlı yüzyılıdır.
Kuşkusuz bunun bir nedeni olmalıdır. Bunu araştırdığımızda ise, 20. yüzyıldaki vahşetin aslında 19. yüzyıldan kalma bir düşüncenin sonucu olduğunu görürüz. Bu düşünce, "Sosyal Darwinizm"dir.
Sosyal Darwinizm, Charles Darwin'in ortaya attığı evrim teorisinin topluma ve tarihe uyarlanmış halidir. Darwin, canlıların Allah tarafından yaratıldıkları gerçeğini reddetmiş, buna karşılık tüm doğanın başıboş ve acımasız bir çatışma meydanı olduğunu savunmuştur. Dahası, insanı da bir tür hayvan olarak kabul etmiştir ki, bu da insanların arasında orman kanunlarının geçerli olması gerektiği anlamına gelir.
Sosyal Darwinist düşünce, Darwin'in teorisiyle birlikte tüm dünyaya yayılmış ve siyasi yelpazenin farklı noktalarındaki şiddet ve çatışma yanlısı grupların hepsine birden ilham kaynağı olmuştur. Örneğin;
Komünizmin kurucusu Karl Marx ve onun Lenin, Troçki gibi takipçileri, Darwinizmi en büyük bilimsel dayanakları olarak görmüş ve savundukları "sınıf çatışması"nı Darwinizme dayandırmışlardır.
Hitler ve tüm Naziler, tarihin ırklar arasındaki bir çatışmadan ibaret olduğuna inanmışlardır. Bu düşüncelerinin en büyük dayanağı ise, yine Darwin'in "Yaşam Mücadelesinde kayırılmış Irkların Korunması" altbaşlığını taşıyan "Türlerin Kökeni" adlı kitabı olmuştur.
3. Dünya Ülkelerini acımasızca sömüren emperyalistler, Avrupalı olmayan ırkları "geri ırk" olarak gösterme ihtiyacı hissetmişler ve bunu da yine Darwin'in teorisine dayandırarak başarmışlardır.
Sonuçta, dünyayı ırklar, milletler, sınıflar ya da örgütler arası bir "arena" olarak gören herkes, açık ya da gizli olarak Sosyal Darwinizm'den ilham almıştır. Sosyal Darwinizm, "yaşam bir mücadeledir", "küçük balık büyük balığı yutar", "yaşamak için öldüreceksin" gibi sloganlarla kitleleri de etkisi almış ve "terörün felsefesi"ni dünyanın dört bir yanına sanki haklı ve meşru bir düşünce gibi yaymıştır.
20. yüzyılın vahşet tarihini inceleyenler, Sosyal Darwinizm'in bu gizli ancak dev etkisini keşfetmekte gecikmeyeceklerdir.
İnsanlığın terörden ve terörün günlük hayatımızdaki yansımaları olan sayısız şiddet ve saldırganlık olayın kurtulması için, öncelikle terörün söz konusu felsefesinden kurtulması gereklidir.
İnsanlık anlamalıdır ki, bu dünyaya Darwinizm'in iddia ettiği gibi tesadüfen değil, Allah'ın yaratmasıyla gelmiştir. Darwinizm'in iddia ettiği gibi başıboş bir varlık değil, Allah'a karşı sorumlu bir varlıktır. Ve Darwinizm'in iddia ettiği gibi "yaşam mücadelesi" sürmek için değil, Allah'ın rızası için güzel ahlak göstermek için yaşamaktadır.
Terörün de, dünya üzerindeki tüm diğer sorunların da çözümü, insanlığın bu temel gerçeği kavramasında yatmaktadır.
(1) 2000'e Doğru, 22 Eylül 1991.
(2) The Middle East International, Ağustos 1987.
(3) Hayat, 12 Ocak 1981.
(4) Noam Chomsky, Kader Üçgeni, s. 559.
(5) Benjamin Beit-Hallahmi, The Israeli Connection, s. 85.
(6) Ibid., s. 103.
(7) Ibid., s. 78.