Bir zamanlar, köylerimizde, kasabalarımızda ve şehirlerimizin sokaklarında, örf, adet ve geleneklerimizle dokunulan hayatlar vardı. Bu izler, kuşaktan kuşağa aktarılan, anlam yüklü ritüellerdi. Ancak günümüzde, bu izlerin birçoğu kaybolmuş durumda. Teknolojinin hızla ilerlediği, dünyanın küreselleştiği bir çağda, bu kayboluşun ardında neler yatıyor?
Bir zamanlar düğünlerimizde, gelinlerimizin başına taktığımız kırmızı tülbentler vardı. Bu tülbentler, aşkın, bağlılığın ve bereketin sembolüydü. Şimdi ise gelinlerimiz daha modern ve batılı gelinlikler giyiyor. Tülbentlerin yerini taçlar aldı. Peki, bu değişimle birlikte ne kaybettik? Belki de bir zamanlar anlam taşıyan bu gelenekleri.
Ramazan ayında komşularımızın kapısını çalar, iftar sofralarına davet eder, birlikte oruç açardık. Komşuluk ilişkileri, bu paylaşımlarla güçlenirdi. Şimdi ise kapılarımız kapalı, komşularımızın yüzünü bile görmüyoruz. Teknoloji, insanları birbirinden uzaklaştırdı. Bu kaybolan geleneklerle birlikte, komşuluk ilişkilerimiz de zayıfladı.
Düğünlerde, cenazelerde, bayramlarda bir araya gelir, birlikte ağlar, birlikte gülerdik. Şimdi ise cenazelerde bile telefonlarımızı çıkarıp selfie çekiyoruz. Anılarımızın içine teknolojiyi sıkıştırıyoruz. Oysaki bir zamanlar, anılarımızı yüreğimizde taşırdık.
Köy meydanlarında, çocuklarımızla birlikte oyunlar oynardık. Topaç, mendil kapmaca, seksek… Şimdi ise çocuklarımızın ellerinde akıllı telefonlar var. Oyunlar, sanal dünyada oynanıyor. Bu kaybolan oyunlarla birlikte, çocuklarımızın yüzleri değişti.
Sevgili okurlar, bu kaybolan örf, adet ve geleneklerimiz, aslında kimliğimizin bir parçasıydı. Onlarla birlikte, anlam taşıyan izlerimizi de kaybettik. Belki de bu yazı, biraz duygusal, biraz düşündürücü olmuştur. Ancak unutmayalım ki, geçmişimiz, geleceğimizin temelidir. Bu izleri yeniden hatırlamak, geleceğimize anlam katmak için bir adım olabilir.